İSKELETSİZ İNSANLAR ARASINDA DÜŞÜNCELERİN İSKELETİ

İSKELETSİZ İNSANLAR ARASINDA DÜŞÜNCELERİN İSKELETİ

İSKELETSİZ İNSANLAR ARASINDA DÜŞÜNCELERİN İSKELETİ

Sözde modern çağın en aptal insan topluluğuyla boğuşurken bir insan kendini nasıl tanımlar sorusu kurcaladı beni.

Bir insan diğer bir insana kendini nasıl tanımlar ya da nasıl tanımlamalı?

Bir insanı, sıfatları tanımlamaz. Mesleği tanımlamaz.

Sosyal medyada bioda yazılanlar tanımlamaz. Kullandığı nesnelerin markaları tanımlamaz.

Bir insanı asıl ne tanımlar bilir misiniz? Bir insanı tanımlayan yüreğidir. Yaşam gayesidir. Sevme biçimidir.

Düşüncelerinin dik duruşudur.

Yaşam Gayesi

"Hayat amacın ne?" sorusu hep sorgulatırmıştır beni.

Ve sanırım ömrümün sonuna kadar da sorgulatıracaktır.

Dünya pazarında asla bitmeyen bir ürün olarak görünüyor hayat. Çünkü çoğu insanın hayatı çok ucuzdur.

Var olmak dışında, tüketmek dışında, başkasına göre şekillenmek dışında ve birçok bomboş varsayımlar dışında hiçbir şey yoktur hayatlarında çoğu insanın.

Hayat amacını bilmeyen bir insan var olmak tanımının dışına çıkamaz.

"Yaşamın yüce gayesi yaşamaktır. Az insan yaşar. Hakiki hayat ancak insanın kendi mükemmelliğini fark etmesi, her rüyasını gerçeğe dönüştürmesiyle olur." (Oscar Wilde)

Sevme Biçimi

Buna alıntıladığım bir kıssa ile başlamak istiyorum: "Bir Çinli ile bir Alman, doğayı sevme fikrinde ortaktırlar ama sevme biçimlerinde ortak değildirler. Bir Çinli, toprağı tabiatın teni; dağları, ağaçları, vadileri, suları vd. şeyleri de o tenin gereklilikleri olarak görür ve buna göre sever. Ürün almak (ondan faydalanmak) için toprağı zorlamaz, tıpkı bir çocuğun acıkması ve annedeki sütün onun için harekete geçmesindeki gibi bir doğallığa tabi olarak toprağın verdiğini alır; yenisini vermesi için de onu hazır tutar; çünkü almada aşırılaştığında, tıpkı zorla çekilmek istenilen sütten sonra kanın gelmesindeki gibi dengenin bozulmasına, bünyede hasarın oluşmasına neden olacağını bilir.

Bir Alman da tabiatı tabiat olarak sever ama onunla kurduğu ilişkide ürünün (verimin) kendisini merkezinden kontrol etmek istediği için, yine anne sütü örneğini kullanırsak, sütü de aşıp kanın geldiği yeri kontrol ettiğinde, sütün gelişini de kontrol edebileceğini düşünerek, dengeyi bozmayı, bünyede hasarın ortaya çıkmasını (zorlamada bulunmayı) kendi hakkı olarak görür. Söz konusu fark, farklı bağlamlarda insanlar arasındaki sevgide de açıkça görülebilir."*

Küçük fidanı sulamak isteyince tepeden verdiğiniz su onun dallarını incitebilir. Eğilip ince dalından korkarak tutunduğu toprağa yavaş yavaş vermek ona daha huzur verecektir.  İnsana doğaya hoyratça dengesiz bir sevgi sunarsanız bu zulmünde üstüne çıkar. Zarar veren bir sevgiyi kimse istemez. Güzel sevmek lazım.

"Mesele sevmek değil azizim./Kime sorsan seviyor zaten./Mühim olan güzel sevmek./Kırmadan,/Dökmeden,/Yormadan,/Acıtmadan." (Can Yücel)

Düşüncelerin Dik Duruşu

Her insanın düşüncelerinin iskelete ihtiyacı var. İskeletsiz insan topluluğunda düşüncelerin iskeleti nasıl olacak peki?

Kısa ve net olmaz.

Kötürüm zihne sahip insanın düşünceleri de dik bir duruş sergilemez asla. O zaman tek bir seçenek kalıyor.

Kişiliği oturmuş kendini tanıyan ve bilen bir insanın düşünceleri asla eğilmez diktir.

Aslında kendimizi nasıl tanımlarız sorusu kendimizi ne kadar tanıdığımıza çıkıyor.

Kendimizi ne kadar tanıyoruz?

*Ömer Lekesiz Sevme Biçimleri köşe yazısından alıntı

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ
BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Üzgünüz ilginizi çekebilecek içerik bulunamadı...