Mitolojiye göre, savunma görevini ilk üstlenenler, Zeus’un kızları olan “Litai”lerdir. Litai’ler “Suç işleyenlerin kandırıldıklarını (günümüz ceza hukuku kasıt olmamasını arar)” savunmuş ve Zeus’tan onların bağışlanmalarını talep etmişler. Bu bakımdan avukatlık mesleğinin ilk temsilcileri olarak Litai’leri kabul ederiz. Litai’leri birçok kişi bilir ama asıl Litai’lerin; kötü ruhlu, kışkırtıcı, günaha ve suça teşvik edici suç Tanrıçası olan Ate’nin kız kardeşleri olduğunu pek kimse bilmez. Litai’ler, iyi insanların savunucusu oldukları kadar, suç ve günah işleyenler adına af talebinde bulunanlardır. Mitolojideki anlatıma göre; Litai’ler çirkin görüntülerinin aksine güzel ve yüce bir ruha sahip olup ve bu ruhla görev yapan Litai’ler, o tarihlerde avukat olmadığından olsa gerek, günümüzde avukatların yaptıkları şeyi yapmışlar, insanları suçtan ve cezadan uzak tutmaya çalışmışlar, bir suç işlediklerinde ise onları savunmuşlardır. Suç ve günah tanrıçası olan Ate, anlatılanlara göre; insanların kafasına bastığı halde onların bundan haberi olmazmış.
AVUKATLIK, YARGILAMAYI DEMOKRATİKLEŞTİREN BİR KAMUSAL MESLEKTİR
Yasalarımıza ve kabule göre “Avukatlık’’ yargının asli ve kurucu unsurlarından olup bağımsız savunmayı temsil eden yargılama faaliyetini demokratikleştiren kamusal bir meslektir. Aslında klasik doktrinde yazan tanımdan ziyade; Avukatlık adalet için hukuk savaşçılığıdır; avukatlığı salt para kazanmak için yapılan bir meslek olarak düşünmek yanlıştır. Avukatlık, onurlu insanların onurlu mesleğidir, avukat çevresine güven verir ve avukatlık cesaret mesleğidir. Avukat kelimesinin kökü, Yunancadan gelme olup “Üstün, ayrıcalıklı ve güzel konuşan” anlamlarına gelen “Advo Catus” sözcüğünden türemiştir. Bu bağlamda, Antik Yunan’da, Eski Roma İmparatorluğunda ve bilinen eski kadim uygarlıkların tümünde aynı olmuştur.
İlk dönemlerde avukatlar yaptıkları hizmetlerin karşılığında ücret almazdı. Roma Hukuku’ndaki ücret alma ve ücret sözleşmesi yapma yasağının nedeni “Avukatın bağımsızlığı” ilkesinden kaynaklanmıştır. Profesyonellik anlayışının henüz olmadığı dönemin anlayışına göre, ücret alınması durumunda avukatın, işini yapmayı üstlendiği kişi veya kişilere karşı bağlı ve bağımlı hale gelmesine ve bu nedenle avukatın bağımsızlığını kaybetmesi endişesinden kaynaklanıyordu. Ama şunu da eklemek gerekir ki; o dönemde Roma’da yüksek görevlere giden yol avukatlık mesleğinden geçiyordu. Roma’nın bilinen en önemli imparatoru olan Cesar da imparator olmadan önce, Roma Barosu’nda kayıtlı avukattı. Avukatlık mesleği günümüzde artık profesyonel bir meslek haline geldiği için artık olması gereken şey; avukatın verdiği hizmet karşılığında ücretini almasıdır.
GÜÇLÜNÜN DEĞİL, HUKUKUN TANIDIĞI HAKKI SAVUNUYORUZ
Biz avukatlar Hakk’a inanan kişileriz. Doğru olanı ve kişilerin hakkını, mermeri çatlatacak bir sabırla almaya çalışanlarız. İnsanların sorunlarını çözerek, toplumsal barışın tesisine, huzurun, güvenin sağlanmasına katkı sunuyoruz. Güçlünün hakkını değil, hukukun tanıdığı ve koruduğu hakkı savunuyoruz, tabiri caizse hakkı temsil ediyoruz, hak sahibinin hakkı olanı
elde etmesini, hakkına kavuşmasını, hâkim ve savcılardan ziyade biz avukatlar sağlıyoruz. Kısaca yargının esas temelini avukatlar oluşturuyor diyebiliriz.
BAROLAR AVUKATLARIN ARKASINDA DİMDİK DURMALIDIR
Bununla birlikte avukat aynı zamanda entelektüel bir birey olup “Toplum için, toplum adına gerektiğinde, hükumetin veya muhalefetin, büyük şirketlerin, her türlü örgüt ve benzeri yapıların hukuka aykırı iş ve eylemlerine karşı, haksızlığa uğrayan tek bir birey olsa da, hak için, bu kişinin yanında durmak ve haksızlığa karşı çıkmak zorundadır.” Tabi ülkemizde en fazla haksızlığa maruz kalan mesleklerden birinin de avukatlar olduğunu söylememiz gerekir. Primum non nocere, "Önce, zarar verme!" anlamına gelen Latince deyiş, tıp eğitimine başlayan öğrencilere ilk derste öğretilir. Buna benzer şekilde, hukuk eğitiminde ilk öğretilecek şey, avukatın öncelikle kendi hakkını savunabilmesidir. Zira avukata, yasaların verdiği yetkilerin büyük bir kısmı bu gün için avukata kullandırılmamaya çalışıldığı gibi, buna direnç gösteren meslektaşlarımız kimi zaman ceza soruşturması, kimi zaman idari yaptırım ile karşılaştığı gibi, yaşanan birçok örnekten bilindiği üzere maalesef sonu ölümle biten saldırılara maruz kalmaktadır. Bu yüzden baroların en başta gelen görev ve sorumluluğu, avukatların ve avukatlık mesleğinin arkasında durmalarıdır. Barolar avukata ve avukatlık mesleğine sahip çıkmaktadır. Barolar bu konularda son derece duyarlıdır. Bütün barolarda “Avukat Hakları Merkezi” var. Bu merkezler aracılığı ile avukatların yaşadıkları yargısal sorunları baro yönetimleri takip etmekte, meslektaşlarının haklarına ve mesleğin onuruna sahip çıkmaktadır ve çıkmalıdır da…
Avukatların tek görev ve yükümlülükleri; hukuki sorun ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını sağlamak değildir. Zira meslek örgütümüz olan ve avukatlardan oluşan barolar, avukatlık mesleğini geliştirmekle meslek mensuplarının yararlarını korumak ve gereksinimlerini karşılamak ile meslek düzenini, ahlakını, saygınlığını, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmakta ve korumaktadır. Aynı şekilde baroların topluma karşı sorumluluğu, kendisinden aynı zamanda beklenen ve yapılması gereken diğer bir görevi; hukuka hizmet etmek bu amaçla projeler üretmek ve projeleri hayata geçirmek ile yükümlü bir kurum olmasıdır. Bu görev ve fonksiyonları barolar aracılığıyla yapacak olan yine biz avukatlarız.
Tabi bu belirttiğimiz hususların gerçekleşebilmesi için yani; Adil yargılanma ilkesi’nin tam olarak gerçekleşmesi için, gerekli birçok ilke bulunmakla birlikte en önemli ilke, avukatların ‘Mutlak bağımsız’ olmalarıdır. Bilindiği üzere; yargı bağımsızlığı, herhangi bir kişinin veya kuruluşun ortaya attığı bir teori veya uygulama değildir. Bu ilkeyi insanlık, zor ve acılı deneyimler sonucunda ve zaman içerisinde öğrenmiştir. Bu bakımdan, baroların ve savunmanın bağımsızlığı yargı bağımsızlığının da temelini oluşturur.
Barolar, avukatların meslek kuruluşlarıdır. Öncelikle, barolar konusunda tek söz sahibi olması gereken yine avukatların kendisidir. Bu konuda parlamento ve siyasal iktidarların, avukatlık mesleğini ilgilendiren her hangi bir düzenleme yaparken biz avukatların görüşlerini dikkate alıp ulusal ve uluslararası hukuk kurallarına göre bir düzenleme yapması gerekir. Ülkemizde son zamanlara kadar siyasal iktidarlar, yargı konusunda statükocu davranarak, kuvvetler ayrılığı ilkesi prensibine göre, yürütmeyi ve yasamayı daha güçlü tutan bir yaklaşım
sergilemişlerdir. Muhalefette iken, yargıdaki aksaklıkları eleştirip yeni düzenleme isteyenler dâhil, iktidara gelenler, mevcut statükonun devamından yana tavır sergilemişlerdir. Şu an ki yönetim, önceki dönemlerden kalan statükoyu kendince devam ettirmiş; zaman zaman ise kendince daha ileriye taşımıştır.
Baroların, özü itibari ile statükoya karşı durması gerekiyor. Barolar, “İktidara, toplumun bir kesimine veya toplumun tamamına nasıl yaranırım” mantığından uzak, toplumun genelinin onayını alma ihtiyacı duymadan salt hukukun kendisine verdiği onay ve yetki ile toplumsal konularda tavrını ve görüşünü belli etmelidir. Barolar, bu çerçevede örgütlenmek ve hareket etmek durumundadır. Ülkemizdeki birçok kuruluş, bilgiye ve sorumluluğa dayalı yapıdan, güce dayalı bir yapıya dönüşmüştür. O nedenle bütün avukatların baroların kuruluş amaçları, fiil ve işleyişleri konusunda sorumluluk alması gerekir. Baronun bütün üyeleri, kendi amacını ve katkısını düşünmeli ve her ikisi için de sorumluluk almalıdır. Bu yüzden, baronun tüm üyelerinin kendilerine; “Benim baroya sunabileceğim katkı nedir” diye sorması ve her avukatın sorumluluk sahibi olması gerekir. Bundan dolayı barolar, sürekli bir değişim içinde ve yeniliklere açık olmak zorundadır.
Tam burada bir parantez açma gereği hissediyorum: Yakın zamanda gerçekleşen, Cumhuriyet gazetesi yazarı Işıl Özgentürk’ün Batman ile ilgili yazdığı köşe yazısına, Batmanlı vatandaşların bir kısmı duygusal, bir kısmı da siyasi saiklerle tepki verdi. Batman Barosu yönetimi de benzer bir tepki vererek, ilgili yazar ile ilgili savcılığa suç duyurusunda bulundu. İşte sorun tam da burada başlıyor; İlimizde, Bölgemizde, Ülkemizde, Coğrafyamızda ve Dünyanın birçok yerinde, “Kadınlarla ilgili kanayan bir yara var mı yok mu” sorusundan ziyade, “Neden Batman” denilmesi aslında sorunun temelini göstermektedir. Zira aynı yazıda Batman yerine Yozgat kelimesi yazılmış olsaydı bu tepki verilmeyecekti diye düşünüyorum. Basın özgürlüğünü savunduğunu düşündüğümüz ve savunması gereken bir baro tarafından gazeteci hakkında suç duyurusunda bulunulması yerine daha etkili yollar izlenebilirdi. Zira öncelikle köşe yazısı ile ilgili diğer bir yasal yol olan, açıklama metni gönderilerek, tekzip istenebilecek iken, savcılığa başvurup yazarın hapis cezası ile cezalandırılmasını istemenin, vatandaşın duygusal tepkisinden hiçbir farkı bulunmamaktadır.
Şüphesiz ki köşe yazarı olan hanımefendi, kadar Batman ile ilgili genelleme yapmakta haksızdır. Ancak bu sorunun varlığı Ülkemizin her yerinde farklı tonlarda karşılaşılan ve kanayan bir yara olduğu yadsınamaz. Yine yazarı protesto etmek, hakkında suç duyurusunda bulunmak süre gelen sorunun çözümüne çok da katkı sunmayacaktır. Kabul etsek de etmesek de, ilimizde ve genel olarak coğrafyamızda, Birleşmiş Milletler raporlarına yansımış olan, kadın cinayetleri, intiharları ve intihara zorlanmaları sorunu vardır. Daha önceki dönemlerde, Batman Barosunun düzenlediği intiharlar raporunda, aklımdan çıkmayan; “Birey kendisine, aileler sokağa, Batman da dışarıya kapalıdır” şeklinde bir cümle var. Bu meyanda; yıllar önce, intiharlar raporunu yazan Batman Barosunun, intiharlara dikkat çeken bir yazar ile ilgili adliyeye giderek suç duyurunda bulunması üzerinde düşünülüp tartışılması gereken bir durumdur. Elbette ki gerektiği durumlarda suç duyurusunda bulunulabilir ama Bir baronun hukuki ve bilimsel verilerle karşı argümanını ortaya koyması, gerektiğinde diğer sivil toplum kuruluşları, akademisyenler ve bu konuda sosyal çalışma yapan kişi ve kuruluşlarla işbirliği yaparak karşı tezlerini ortaya koyması daha doğrudur.
Çünkü baroların ve avukatların, hakikati temsil etmesi gerekir. Edward Said’in söylediği gibi: Avukatlar ve barolar; zihinlerinde kendilerini de hedef alan kuşkucu bir ironiye yer vermek çevrede dolaşmak ayakta durup otoriteye cevap verebilecek kadar bağımsız, cesur, özgür ve özerk bir ruha sahip olmak her türlü otoriteden gelen tehditlere karşı koyabilmek hiç kimseye boyun eğmemek kirlenen düşüncelerini değiştirebilecek yeni şeyler keşfedecek kadar hevesli kalabilmenin yollarını bulmak zorundadır.”
HAK ARAMA ÖZGÜRLÜĞÜNÜN ÖNDERLERİ AVUKATLARDIR
Kaldığımız yerden devam edecek olursak; Genel olarak ülkemizde yargı sorunu vardır. Sorun sadece şu anki mevcut iktidarla ilgili değildir. Yargı sorunu, şimdiki hükümetin olduğu kadar geçmiş hükumetlerin de hukuka bakış açısından, hukuku, hukukçuyu, yargıyı ötelemesinden, ayak bağı olarak görmesinden, kendi istediği doğrultuda yönlendirmek istemesinden ve bütün bunlara bağlı olarak hukuka aidiyet bilincinin egemen olduğu bir toplum yaratamamasından, yaratmak istememesinden kaynaklanan bir sorundur. Temel bir insan hakkı olan savunmanın, hak arama özgürlüğünün, en önde gelen temsilcileri ve önderleri avukatlardır. Amerikalı Avukat Luis Land’in özlü ifadesiyle, “Kaba gücün yerine merhameti, adaleti, hakkaniyeti koyan; insanlara başkalarının hakkına, mülkiyetine, özgürlüğüne saygıyı, vicdan, ifade ve toplanma özgürlüğünü öğreten; haklıların, yoksulun, mazlumun, dul ve yetimin savunucusu olan; zulme, baskıya, çoğunluğun despotluğuna karşı çıkan; köleliğe karşı olduğu için Yunanistan’da kölelerin, Roma’da esirlerin özgürlüğü için savaşan; İnsan Hak ve Özgürlükleri Bildirgesi’ni yazan; ırk, renk, sınıf, cinsiyet ya da din ayrımı yapmaksızın insanların eşitliği için çalışan; bütün bunların öncüsü ve tanığı avukattır, avukatlardır.’
SORUNLARIN ÇÖZÜMÜ İÇİN HUKUK BİLİNCİ OLUŞMALI
Avukat meslektaşlarımızın diğer bir sorunu da; yeterli gelir ve kazanç elde etmemeleridir. Birçok kişi bu sorunun kaynağı olarak ülkede son zamanlarda açılan hukuk fakültelerinden dolayı artan avukat sayısını görür. Gelişmiş Batı ülkeleriyle karşılaştırıldığında, avukat sayısı Türkiye’de çok fazla değildir. Ama maalesef ülkemiz ve özellikle bölgemizde hukuki konularda gelişmiş ülkeler gibi hareket edilmemektedir. Hukuka aidiyet bilinci yerleşmiş, hukuk devleti olan bu ülkelerin vatandaşları, şirketleri, kurum ve kuruluşları, avukata danışmadan adım atmadıklarından, o ülkelerde bizimki gibi avukat sayısı önemsenmiyor. Bu yüzden avukatların sorunlarının çözümü için ülkemizin ve özellikle bölgemizin artık feodal yapıdan sıyrılarak, şehirleşme bilincinin yerleşmesi ve buna bağlı olarak insanlarımızda bir hukuk bilincinin oluşması gerekmektedir. Bu hukuk bilincinin, yeni nesil avukatların ruhunda var olan özgürlüğüne düşkün, iradelerini herhangi bir siyasal otoriteye teslim etmeyen ilkeli duruşları sayesinde tezahür edeceğine olan inancım tamdır.
TRİBÜNE OYNAYAN DEĞİL, GERÇEK SORUNLARLA MÜCADELE EDEN BARO
Son olarak bölünmeye çalışılan ve kimi yerde bölünen Barolar konusuna değinecek olursak; hatırlanacağı üzere ülkemizdeki tüm Baro Başkanları, iktidarın yapmayı düşündüğü ve şu an yaptığı düzenlemeye karşı çıkmak için Ankara’ya yürüdü. Bu konuda söyleyeceğim ilk şey “YÜRÜMEK SPOR DEĞİLDİR.” Baro başkanlarımızın Gandi’yi bilmelerini isterdim. Gandi, ünlü ‘Tuz Yürüyüşü’ için yola çıktığında ‘Ardımıza dönmeyeceğiz’ diyen, bunu diyerek bağımsızlık yolunda başlattığı mücadeledeki kararlılığını gösteren, yürümenin hem ruhani,
hem de siyasi önemini bilen bir liderdi. Yasama meclisinden çıkacak kanunla iki tane baro kurulacak diye Ankara yolarını arşınlayan Baro Başkanlarımız, bir genelge ile hukukun ayaklar altına alınıp avukatların zekâsıyla adeta alay edilen bir yönetmelik ile seçimlerin ertelenmesi sayesinde koltuklarında oturmaya devam ettiler. Oysa normlar hiyerarşisine göre alt düzenleyici işlem ile Avukatlık Kanunun amir hükmü olan seçim maddesinin işletilmemesi açıkça hukuka aykırıdır. Çoklu baro için ayağa kalkan baroların, hukuka açıkça aykırı bir şekilde seçimlerin ertelenmesi sayesinde uzatmaları oynayarak koltukta oturmaları yerine istifa etmeleri hem hukuki hem de daha ilkeli bir davranış olurdu.
Son dönemlerde Baroların silikleştiği, toplumsal konularda yeterince seslerini yükseltemedikleri gerçeğinin, sadece biz avukatlar değil bütün toplum farkındadır. Baroların, sadece iki ilde kurulacak ikinci barolarla ilgili yaptıkları eylem akılda kaldı, oysaki toplumu ilgilendiren tek hukuksuzluk bu değildi. Şu an için avukat meslektaşlarımızın adliyelerde adeta üvey evlat muamelesi görmekte olup, sayısız zorlukla karşılaştıkları tüm meslektaşlarımızca malumdur.
Baroların eylem ve söylemlerinde tutarlı bir yaklaşım sergileyemediklerini gözlemleyen muktedirlerin netice itibariyle baroları nasıl bir denetim mekanizmasına tabi tutacağı muallakta kalmayacaktır. Bir yanıyla siyasal baskı aracı olarak nitelenen baroların, siyasal iktidara göz kırpması günü yaşama ve ömrünü uzatma çabasından başka bir şekilde değerlendirilmemelidir. Gücünü biz olmaktan alan barolar, biz olmaktan ayrılıp ben olmaya tabii olma yolunda hızla ilerlemektedir.
Onun için Tagore’un
‘Yalnız yürü.
Çağrına kulak vermiyorlarsa yalnız yürü;
Korkar da dehşet içinde duvara dönerlerse yüzlerini,/
Ah sen, kara bahtlı,
Aç zihnini ve yalnız konuş.
Yoldan cayar da bırakırlarsa yabanda seni,
Ah sen, kara bahtlı,
Yolun üstündeki dikenleri çiğne ve
Kana bulanmış o yolda yalnız yürü.’
Şiirini düşünerek; şu hayatta, aslında hayatımızın da bir yürüyüş olduğunu, bu yürüyüşü yapmak üzere her birimiz için tek bir hayat süresi olduğunu ve bunun tekrarının olmadığını, hepimizin bir daha asla yaşamayacağımız bir yol üzerinde yürüdüğümüzü ve bu yolda zaman zaman başkalarıyla birlikte olsak da çoğu zaman yalnız olduğumuzu asla unutmayacağız. Zira herkesin yolu farklıdır. Yola birlikte çıktıklarımız da bir zaman gelir bizi yarı yolda bırakırlar ve başkalarıyla birlikte yürümeye başlarlar. Merak eden meslektaşlara; Mark Twain söylüyor nedenini: ‘Aynı yolu birlikte yürüdüğümüzü sandığımız insanların çoğu, bize sadece gidecekleri yere kadar eşlik ederler’ de ondan.
O yüzden şiirleri ölümsüz olan şairimiz Nazım’ın dediği gibi;
Yürümeyenleri
Arkanda boş sokaklar gibi bırakarak,
Havaları boydan boya yarıp ikiye
Bir mavzer gözü gibi
Karanlığın gözüne bakarak
Yürümek!..
Yürümek;
Dostun omuz başlarını
Omuzlarının yanında duyup,
Kelleni orta yere
Yüreğini yumruklarının içine koyup
Yürümek!..
Yürümek;
Yolunda pusuya yattıklarını,
Arkadan çelme attıklarını
Bilerek
Yürümek…
Yürümek;
Yürekten
Gülerekten
Yürümek…
LİTAİ’LER VE ATE’LER
- 23-03-2021 15:53
- 10
LİTAİ’LER VE ATE’LER - Av. Mahmut Tanrıseven yazdı...
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ
BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Üzgünüz ilginizi çekebilecek içerik bulunamadı...