Paris İklim Anlaşması, Gayrimenkul Sektörünü Nasıl Etkileyecek?

Dünya genelinde toplam karbon salınımının yaklaşık yüzde 30’luk kısmını binaların oluşturması, dikkatleri inşaat ve gayrimenkul sektörüne çevirdi. Paris Anlaşması’nı yürürlüğe sokan Türkiye, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın ismini Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı olarak değiştirerek; bu yönde ciddi adımlar atacağını gösterdi.

Paris İklim Anlaşması, Gayrimenkul Sektörünü Nasıl Etkileyecek?

Konuyu değerlendiren Denge Değerleme Yönetim Kurulu Başkanı Baki Budakoğlu, “Sürdürülebilirlik, gayrimenkullere gösterilen talebin yanı sıra gerek değerinde gerekse kira bedellerinde belirleyiciliği olan önemli bir parametre haline geldi.” dedi.

Türkiye’nin 5 yıl önce imzaladığı ama bazı çekinceleri nedeniyle taraf olmadığı Paris Anlaşması, 10 Kasım 2021 tarihinde TBMM’de onaylayarak yürürlüğe girdi. Sürecin hızlanması ile birlikte; iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin en aza indirgenmesi konusunda alınması gereken tedbirler daha yüksek sesle dile getirilmeye başlandı. Dünya genelinde toplam karbon salınımının yaklaşık yüzde 30’luk kısmını binaların oluşturması ise dikkatleri inşaat ve gayrimenkul sektöründe yaşanması gereken dönüşüme çevirdi.

Sürdürülebilirlik, gayrimenkullerin hem değerini hem de kiralarını belirleyici bir parametre oldu

Özellikle son 10 yıllık dönemde, dünya genelinde gayrimenkul sektörünün iklim değişikliği içerisindeki payının azaltılmasına yönelik adımlar atıldığını ifade eden Denge Değerleme Yönetim Kurulu Başkanı Baki Budakoğlu bu konuda atılan başlıca adımların çevre dostu inşaat malzemeleri kullanılması ve enerji verimliliği konularına yoğunlaştığını ama sürecin bununla sınırlı olmadığını söyledi. Gayrimenkuller ile alakalı her aşamada bu bilincin git gide artmakta olduğunu belirten Budakoğlu, “Gayrimenkul geliştirme, mimari tasarım, projelendirme, inşaat ve gayrimenkul yönetimi gibi konularda sürdürülebilirlik kavramı önemli yer tutuyor. Gelişmiş ülkelerin birçoğunda 2030’lu yıllardan itibaren yapı stokunun yeşil dönüşümünün tamamlanması hedeflenirken, şirketler de sürdürülebilirlik politikaları çerçevesinde bu sertifikalar ve sertifika sonucu ortaya çıkan klasifikasyonları önemli bir noktaya koymaya başladı. Bu durumun sonucu olarak da sürdürülebilirlik kavramı gayrimenkullere gösterilen talebin yanı sıra gerek değerinde gerekse kira bedellerinde belirleyiciliği olan önemli bir parametre haline geldi.” dedi. Türkiye’nin Paris Anlaşması’nı yürürlüğe sokmasını çok olumlu bulduklarını belirten Budakoğlu, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın isminin Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı olarak değiştirilmesinin de bu yönde ciddi adımlar atılacağına işaret ettiğini söyledi. 

Kurumsal gayrimenkul yönetiminde sürdürülebilir niteliklere sahip gayrimenkuller tercih ediliyor

Önümüzdeki dönemde gayrimenkullerin değerinde sürdürülebilirliğin rolü daha da artacak diyen Budakoğlu şöyle devam etti: “Finansal sistem sürdürülebilir olan ve olmayan gayrimenkulleri daha belirgin şekilde ayırt ediyor ve yatırımcılar da karar alırken LEED ve benzeri sertifikalara daha çok odaklanmaya başladı. Özellikle de kurumlar ESG politikaları çerçevesinde kurumsal gayrimenkul yönetiminde tercihlerini sürdürülebilir niteliklere sahip gayrimenkullerden yana kullanıyor. Mevcut yapılardan sürdürebilirlik kriterleriyle uyumlu olmayanlarınsa yıkılarak yerlerini yeni inşa edilecek çevre dostu yapılarak bırakacağını ya da mevcut yapının ekonomik açıdan elverişli olduğu takdirde bu kritere uygun hale getirileceğini söylemek yerinde olur.” .

İş dünyasında kalıcı olmak isteyenlerin ESG’ye kısa sürede uyum sağlamalı

Bugün kurumsal yatırımcılar artık sadece şirketlerin ulaştığı finansal sonuçlar ile ilgilenmiyor, sürdürülebilir, çevreye duyarlı ve sorumlu yatırımlara referans vererek topluma fayda sağlamalarını bekliyor.  İş dünyasında kalıcı olmak isteyenlerin Kısaca ESG (Enviromental, Social, Governance) olarak adlandırılan bu yeni anlayışa çok da uzun olmayan bir süreç içerisinde mutlaka uyum sağlamaları gerekiyor. ESG, bir yatırımın performansı üzerinde önemli etkileri bulunabilecek çevresel, sosyal ve yönetişimsel uygulamaları ifade ediyor. Gayrimenkul yatırımları ve portföylerin değeri de bu gelişmelerden payını almaya başlamış durumda.  Son dönemde dünya genelinde gayrimenkul sektörünün iklim değişikliği içerisindeki payının azaltılmasına yönelik adımlar atıldı.

Finans sistemi çevre dostu binaları düşük faiz oranı ve teşviklerle ödüllendiriyor

Yeni dönemde yapıların maksimum seviyede enerji verimliliğine sahip olması ve enerji üretimine katkıda bulunması hedefleniyor. Binaların kendi ihtiyacını karşılayabilmesi, hatta tükettiğinden fazla üreterek arta kalan kısmının satıldığı uygulamalar göze çarpıyor. Diğer bir adım olarak ise binaların çevre dostu inşaat malzemeleri ile inşa edilmesi. Geri dönüşümle elde edilmiş inşaat malzemelerinin kullanımının da git gide yaygınlaşıyor. Yeşil bina uygulamaları ve binalardaki biyolojik çeşitliliğin arttırılması da yaygın kabul gören uygulamalar arasında yer alıyor.  Finans sistemi içerisinde faiz oranları üzerinde uygulanan teşviklerde çevre dostu binaların ödüllendirildiği, bu şartları sağlamayan binaların ise dezavantajlı hale geldiği bir döneme giriliyor.

Türkiye Paris Anlaşması’na ‘beyan’ ekleyerek taraf oldu

1997 yılında kabul edilen Kyoto Protokolü’nün devamı niteliğinde olan Paris İklim Anlaşması 2015 yılında Türkiye’nin de aralarında bulunduğu 197 ülke tarafından imzalandı. Türkiye bu süreç içinde anlaşmayı imzalasa da 7 Ekim 2021 tarihine kadar taraf olmamıştı. Paris Anlaşmasını gelişmekte olan bir ülke olarak ve ulusal katkı beyanları çerçevesinde, anlaşmanın mekanizmalarının ekonomik ve sosyal kalkınma hakkına halel getirmemesi kaydıyla uygulayacağını beyan eder” ifadesini ekleyerek imzalayan Türkiye, Rusya ve Polonya ile birlikte anlaşmaya beyan ekleyen üçüncü ülke oldu. Bu süreçte Resmi Gazetede 4 Kasım’da yayımlanan Cumhurbaşkanı kararı uyarınca, Paris İklim Anlaşması 10 Kasım 2021 tarihinde yürürlüğe girdi.

7 Ekim 2021 tarihinde, Resmi Gazetede yayınlanan Kanun’un 2. Maddesi, kanunun ana amaçlarını şu şekilde tanımlıyor:

·İklim değişikliği risk ve etkilerini önemli ölçüde azaltacağı bilinciyle, küresel ortalama sıcaklıktaki artışı sanayileşme öncesindeki seviyeye göre 2 °C’nin oldukça altında tutmak ve sıcaklık artışını sanayileşme öncesi dönemdeki seviyelerin 1,5 °C derece üzeri ile sınırlandırmak için çaba göstermek,

·Gıda üretimini tehdit etmeyecek şekilde, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine uyum sağlama kabiliyetini arttırmak, iklim değişikliğine direnci geliştirmek ve düşük emisyonlu kalkınmayı teşvik etmek,

·Finans akışlarını, düşük sera gazı emisyonları ve iklim değişikliğine dirençli kalkınmaya yönelik eğilimle tutarlı hale getirmek.?

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ
BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Üzgünüz ilginizi çekebilecek içerik bulunamadı...