Kapital sistem endüstrisi son kertede kişilikleri mankurtlaştırıp profan bireylere dönüştürdü, kendisini yaratıp ortaya çıktığı zamandan şimdiye değin her gün biraz daha mahremiyet alanını ihlal etmekte yaşamın her alanını kıskacı altına almayı başarabilmekte ve kendisini hissettirmektedir.
Bireyleri aşarak toplumsal hayata kaymış artık toplumsal bir boyut kazanarak sosyolojileşmiştir.
Tabi bu durumun farkında olan eleştirel ekollerde toplumun ve bireylerin zihni yapılanmalarını onlar adına inşa etmek için fazladan efor sarf etmekte ve kısır bir fonksiyonu alaşağı etmenin yollarını göstermek adına toplumsal mühendisliğe soyunmakta ve mesai harcamaktalar.
Kapitalist kurumsallaşmalar artık her bireyin ona ancak direnerek fark edebilecekleri kadar içselleştirilmiş aşılması güç bir yapılanma yaratmıştır.
Buna direnen kimlikler ve kişilikler hatta kurumsallaşmalar da toplum tarafından marjinal olarak görülmekte ve uçlarda yaşayanlar olarak lanse edilmekte, dahası direnenleri teşhir etmekten imtina etmeyecekleri kapital sistemin ajanlarına ya da toplum polisliğine dönüştürmüştür.
Bunu toplumlar ya da kitleler çoğu zaman farkında olmadan bilinçsizce yaparlar.
Bunu bir tahakküm aracına dönüştürmeyi başaran kapital kurumsallaşmalar bir şeylere alerji olmaya başlayan bireyin soruna yoğunlaşmasını engellemek adına sizler adına sürekli güncel ve aktüel olaylar ile demode olmuş fikirleri cilalatıp cilalatıp önünüze sürmekte ve sizler adına koşullar yaratmaktadır.
Buna da savunma ve refleks geliştirmeyi başaran bağışıklılara en yakın aile kurumu kartını oynayarak sonunda direnç mekanizmalarınızı kırmakta ve sizleri de sisteme entegre etmektedir.
Salt eleştirel teorik uzmanlığını icra etmek ve yapmak amacıyla yazılan ve çizilenlerde en iyileri sadece aman ha hareketsiz kalsın bu teorik düşünceler praksis’e dökülmesin diyerek uyarmakta kalemşörleri.
Onları takip eden kitlelerin sadece okuyanların düşünce dünyasında etki bırakarak eylemselliğin önünü almak istemektedirler. Niyet eden bireyin sadece niyet etmekle kalmasını sağlayarak hareketliliğin ve devingenliğin önüne geçmektedir.
…
+Distopik romanların pratik yaşama yansımaları
Etrafta güven olgusunun yitirildiği ve korku ve kaygıyla günü geçirme derdine düşmüş kimlikleri yarattı.
Bu durum sosyolojik bir olgunun ortaya çıkmasına neden olup artık kişilikler ve kitleler en yakınına dahi güvenmeyecekleri bir korku alanında yaşamaya mecbur bırakıldı.
Özgürlüğün sadece verilen şıklar ile sağlandığı (ki bu şıkları ve saptanan tercihleri kimler, kimler için uygun bulup onlara sunmakta?
Ve ayrıca bunları sunarak zihinsel süreçleri sekteye uğratarak başka alternatifler var mıdır sorusu üzerine yoğunlaşmalarını engellemeleri ?) sistem ve yapılar artık bireylerin kendilerini çözümsüz ve biçare duygusunun ortaya çıkmasına ve oluşmasına sebep oldu.
Hal böyleyken gidişe dur diyecek konfor alanının dışına çıkmış ve çağın mantalitesini kavramış kadrolar gün geçtikçe azalmakta ve yerini bağımlı olarak (sahip olduğun kadar bağımlısın) köleler ya da gerçekliğe yarasa kalanları yaratmaktadır.
En iyi eylemciler kişisel ilişkilenen ve konjonktür karşısında kayıtsız kalarak sadece eleştirendir diyerek en iyisi ölüsü olandır demeye getirmektedir.
Bunlara distopik romanlarla aşinalık ve bağışıklık kazanmış olduğumuzu biliyorum.
Fakat yeni cesur dünyanın günümüz dünyasına nasıl yansıdığını görebiliyor muyuz?
1984. gün günlük yaşamımızda etkisini hissedebiliyor muyuz?
Okuduklarımız zihinlerimizi ve bizleri bilgi sayan makinelere mi dönüştürüyor yoksa bilinçli olmamızı mı sağlıyor?
Bizler toplum polisi misyonuyla mı topluma etki etmeye çalışıyor yoksa uyanmaları için mi hareket ediyoruz?
…
Düşünmek = sorumluluk.
Bizler çoğu zaman gerçekliği kavramak için Kur'an' da özellikle ayrılan pasajları dikkate almaz gelişi güzel okuruz.
Düşünmenin önemi ehliyetli olmaya yani sorumluluk sahibi yaratmaya vardırır sonucu. O akıl sahibi insanlar düşünmezler mi?
Bunda gerçekten düşünenler için bir ibret ( uyanıklığa sebep olan ders demektir) vardır diyerek derin bir kavrayışa sahip olanlara işaret etmektedir.
Bu durum sorumluluk yüklemekte ve kavramışların hareket halinde olmalarında itici güç olmaktadır.
Toplumda birinin düşünür olup olmadığını sorumluluk hissedip etmediğine bakarak karar veriyoruz.
Peki, bir insan sorumluluk sahibiyse bu onun gerçekliği algılayışını ve kavrayışını bizlere ifade etmez mi?
Eyleme akmayan hiçbir düşünce tam anlamıyla düşünme değil vakit öldürme ve boşa geçirilen zaman olarak addedilmektedir.
Tabii olarak düşünme öylesine bir süreç olarak değil elekten geçirerek kalan tortul ile hareketlenmektir.
Dikkat edilirse elekten geçen çok azı şey derin kavrayışa ve bu kavrayışın gerçekliğe dönüşmesi söz konusudur.
Düşünmeyen sorumlu(yeryüzünün halifesi) olabilir mi?
Bu pekâlâ mümkün değildir.
Bu sezgisel ya da dürtüsel duyumsamaların etkisinde kalma ve derinleşmeyen şuursuz bir hareket olabilir.
Kısır bir döngü oluşturur.
Yani bir sürüyü takip etme psikolojisini açığa çıkarır.
Ali Şeriati okuyanları ve ona kulak verenleri rahatsız etmek için konuya dair şöyle demiştir. Şuursuzluk Şerefsizlik kadar şuçtur, sonuçta hakka zarar veriyorlar.
#Bu sözlerin acılığı benim, gerçeği sizin olsun.(Dr. Ali Şeriati)
Mehmet Tahir Yaşar
Bir kalp Bin Umut Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkan Yardımcısı