YOLCULUK

Bugüne kadar yapmış olduğum yolculukların hem ruhumu dinlendirdiğini hem de bana yeni fikirlerin kapılarını açtığını söylemeliyim.

YOLCULUK

Başlarda üzerine şehrin silüetinin düştüğü ruhumun, seyahat boyunca bazen gördüğüm bir ırmakla beraber çağlaması ve huzura ulaşınca da engin denizde huzur bulması bana hep kıyası mümkün olmayan hazlar yaşatmıştır.

Aylarca hatta bazen yıllarca düşündüğüm bir konunun çorak bir tarlaya boş boş bakarken çözüme kavuşması da artık olâğan hale geldi benim için.

Bunların sebebi bence seyahatlerin içlerinde pek çok bilinmezlik taşımasıdır.

Uzun süre boyunca dizginleri elinde tutmaktan dolayı yıpranmış zihnimiz, bu kadar bilinmezlikle baş edemeyeceğini kabullenir ve pes eder.

Bu da ruhumuza ve zihnimize dinlenecek ve hayallere dalacak o kıymetli zamanları bahşeder ve gerisi de kendiliğinden hallolur. İşte bu sebeplerden ötürü yolculuğumun uzun sürmesini ister, uçaklardan kaçınırım. İsterim ki bu zevk daha uzun sürsün.

İşte Salâh Birsel’in Hafiyeler Önde Gider kitabı da bende aynı etkiyi uyandırdı.

Başlarda hemen kontrolün bende olmadığını kabul ettirdi bana.

Sonrasında ise birbirinden konu olarak farklı olsa da lezzeti ve merak uyandırma gücü aynı denemelerini peş peşe sıraladı.

İnsandan bahsetti önce. Zaten bence de anlamlı bir söz için ilk şart insanla başlamasıdır.

O da kitaba en karmaşık olguyu denemesinin ortasına koyarak başladı.

Bu karmaşıklığı çözmüştü, en azından onun söylediği buydu “İnsanlar kendi doğasının buyruk kölesidir vesselam”(Birsel, 25) diyordu mesela.

Normalde insan üzerine yapılan genellemeleri kabul etmeyecek olsam da (ki hâla kabul etmiş değilim) güçlü dayanakları vardı.

İnsanlık tarihinden örnekler verdi mesela.

İnsanları sırf günlük çıkarları için birbirlerine neler yapabileceklerini tüm çıplaklığıyla anlattı. Yeri geldi zamanı değiştirdi, yeri geldi mekânı ama sonuç hep aynıydı.

Acımasızlıkta birbirimizle yarışmış ve bir sonraki nesil hep bir öncekinin torunu olmanın hakkını vermiş, zulme yeni bir yorum katmıştı.

Ama insana açılan tek pencere bu muydu? Bence değildi. Bence insan ancak belli yönleri bakımından incelenebilecek bir canlıdır ve sonuç olarak bunların, hiçbiri olgunun geneli hakkında çıkarım yapmaya yeterli değildir. Açıkçası insanın geneli hakkında çıkarım yapacak seviyeye geleceğimize inanmıyorum.

Devamında söz, söze geldi. Edebiyattan, yazarlardan ve türlerden ve onların tarihlerinden bahsetmeye başladı, o merakla okuduğum denemeler.

Açık konuşmak gerekirse bu bana bugüne kadar hep saçma gelmiştir.

Edebiyatın tarihinin olması yani.

Denemeleri sırayla okuduktan sonra düşündüm de dilin kendisi tarih değil miydi aslında? Örneğin bir arkadaşınızı düşünün.

Onunla olan konuşmanızı ; geçmişte beraber yaşadıklarınız, geçmişteki kişisel hatıralarınız , aranızda oluşturduğunuz imgeler ve konuşmanın geçtiği bağlamdan ayrı nasıl düşünemezsek edebiyatı da geçmişteki ve bugünkü yazarlardan , akımlardan ve onların birbirleriyle ilişkilerinden ayrı düşünemeyiz.

Bu sebeple sözü anlamak için sözün tarihi yadsınamaz bir öneme sahiptir.

İşte o zaman Salah Birsel sayesinde zihnimde bir tuğlanın daha yeri sağlamlaşmış oldu.

En sonunda yazarın birkaç edebî tür hakkında görüşlerini ifade etmesiyle bu deneme dizisi de son buldu. Ama kesinlikle arkasında üzerine düşünülecek ve araştırılacak pek çok şey bıraktı. Sözü oluşturan yazarların bunları nasıl oluşturduğu ve nasıl emek verdiği mesela.

Sonuçta bu önemli tarihin bir parçası olmak kolay değil.

Son kısım hazin aşk hikâyelerine ayrılmıştı.

Kimi toplumsal statüler yüzünden kimi gurbetten sonu hep aynı bitmiş, dünyadan iki insan bir aşkı alıp gitmişti.

Bu kısım, fikri bırakıp duygu ile okunması gereken kısımdı.

Ben de uyandırdığı duygu ilk başta kesinlikle meraktı çünkü iki aşk da içinde ilginç dinamikler taşıyordu.

Onları bir kitaba taşıyan şey muhtemelen de buydu.

Zaten mutluluk o kadar garip bir olgudur ki insan bazen onun ancak benzer gariplikler sonrasında geleceğine inanır.

Her şey çok yakınken ona, o en uzak ağaçtaki elmanın kendisi için en iyisi olduğunu düşünür. Elmanın peşinden gitmesi elmanın lezzeti veya rengi ile açıklanamaz.

Bence tek sebep uzak ve erişilemez olmasıdır.

Elmaya ulaşmanın zorluğunun verdiği istek insanın doğasının başta söylediğim gibi karmaşık ve anlaşılamaz olmasına pek çok sebepten biridir sadece.

Sonuç, üzerine bahsettiğimiz kitaptaki veya dışarıdaki pek çok örnekle aynıdır.

Bu zorluk insanı tahmin ettiğinden fazla etkileyecek ve yıpratacaktır.

Ben yaklaşık iki gün süren okuma yolculuğumda bu duraklarda durdum ve bu duraklarda soluklandım.

Başta da söylediğim gibi ruhumun dinlendiğini ve üzerine düşünecek çok şey bulduğumu düşünüyorum.

Bunların bir kısmını yazımda anlatmaya çalışsam da ne kadarını becerebildim bilemem. Bunları olgunlaştırmak için kaç yolculuk gerekir bilmiyorum ama zamanla hepsinin tek tek üstünden geçeceğime eminim.

Ayrıca bu tür kitaplar okumanın kendimi daha iyi ifade etmemi sağlayacağını düşünüyorum ki bu da kesinlikle yadsınamaz bir kazanım.

Sonuç olarak iyi bir yolculuğu pek çok kazanımla tamamladım ve kesinlikle usta bir yazar tanıdım.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ
BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Üzgünüz ilginizi çekebilecek içerik bulunamadı...