ANAVATANIM NEREYDİ BENİM

ANAVATANIM NEREYDİ BENİM

ANAVATANIM NEREYDİ BENİM

 

Acıdı Ses Tellerimiz
Soluk yüzlü insanların sesli harfleri yansıyor, düşüyor, kayıyor yüreğime...
Hemen herkes hâlâ sarmaşıklı ve yıkıntılı acılar çekmeye devam ediyor.
Ne vakit çivili betonlar arasında güzel şeyler oluyor veya olacak diye kümes rahatlığı hayaller kurmaya başlasak işte o zaman vazgeç- menin iyelik eki gelip, anlamsız anlamsız kapımızı çalar. 
Bizim resifimizde, literatürümüzde vazgeç- mek çoğunlukla yoğrulmuş yorulmak anlamı taşır. Buna mütevellit tepkisellik ilkesi gün geçtikçe, ilkelliğini yitirmektedir. 
Kenarı sıyrılmış eteklere hiç bıkmadan bakmayı şehvet sanan yol üstünün yosmaları oldukça, aykırısı, kırığı bol olan bir çağa, ağlayarak eşik atlarız. 
Salt kendini kurtarma anlayışı ile bireyin birinciliği devam ettikçe sistem çökmeye devam eder.
Ve çok basittir; süreç hepimiz için aynı ahenkle işlemeye devam ediyor. 
Özgürlükçü düşünceye inanmak çok kolay, peydahlanan düşünceler zihinde çivili kaldığı müddetçe özgürlükçü düşünceye güvenmek epeyce kolaydır.
 Kim olduğumuza ve kim olacağımıza karşı acımasız bir bilgisizlikle akıp giden bir zamanda boğuluyoruz. 
Herkesin yüreği, kuru bir ağacın gövdesi gibi kabarıklı kabuk gibi iç sızlatmaya başlamıştı.  Yoksulluğun kahverengi kabuğu kavlanmaya başlamıştı bile. 
Buna mütevellit, kimse kaşlarını çatmamalı. 
Tepedeki gökyüzü denen illet sustukça, kayıtları düşen çok olur.  
Kocaman adamların kalplerine incir ağacı dikildikçe, getirmeyecek ilaç kokulu çayını, çaycı. 
Herkes bir şeyler söylediği için tutukluluk yapıyor, düşünceler ve çoğalıyor fısıltılar. 
Fısıltıları duyan birileri hep olur diye, gürültüden nefret ediliyor. 
Gürültü havası, fısıltı sesine yenik düştü.
Dört duvar arası dolu, dışarı gri. 
Telaşlı bir kalabalığın ortasında oturup hesap ettim, gecelerimiz hep siyah bulut olarak süre devam ediyordu. 
Dönüp dolaşıp dört duvar arasına takılıyor, yapışkan aklım. 
Hangi kapıyı çalsam durgun suya düşmüş, sapsarı benizli ve alnında ki yorgun çizgileriyle esmer yüzlü babalar görüyorum.
Avuçları kurak, yüzlerinde çiçek açılmaz. 
Kapının ve mahallenin adı’ da yok, alıp da başını da alamıyorsun.  
Pişman ederler insanı, yaşadığına. 
Çirkin yaşamayanı kendilerinden saymaz olmuşlar. 
Çirkin oldun diye, karşıda gelemiyorsun, gelsen kötü olursun, kötü olsan köksüz olursun, köksüz olsan yurtsuz olursun. Dudaklarını büküp, kaşlarını da çatamazsın. 
Zamanla kelimelerin de rengi kaçmış olur/ ölür. 
Zamanla el âlemin renkli donununda rengi soruldu, solduruldu. 
Yırtık çorabın varlığı da soruldu.
Zamanla dokuz aylık dar cennete' de yasaklar koyuldu.
Zamanla salatanın süs biberiyesine de karışıldı. 
Turşunun bol ekşiliğine ve daha nelerine nelerine...
Artık göğün kurşun gibi ağırlığını taşıyamıyor, insanlar.  
Umay gibi yumuşak huylu gençler, artçılarını gün ışığı ile kapatıyorlar. 
Ve yıldızlar infilak etmeden evvel,  geceler karanfil kokardı. 

 

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ
RESMİ İLANLAR
TÜMÜ
Bugün yayınlanan resmi ilan bulunamadı!...mid2
BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Üzgünüz ilginizi çekebilecek içerik bulunamadı...