(Bir gün soğuk bir teni öperken bulursunuz kendinizi)
Ertesi gün yolcuydum, gurbete gitmek orada yaşamak hayatım olmuştu… Alışamamıştım 12 sene olmasına rağmen. Gurbet işte vatanın yerini tutar mı hiç…
Yetim oluşumdan mıydı? Babamın kokusunu içime çekememiş olmanın burukluğundan mıydı? Adını koyamadığım duygudan mıydı?
Yâda ismimi koymuş olması mıydı dayıma olan büyük sevgim, her neyse bilemedim…
Dayımdı her şeyimdi benim!
Kapımızın zili çalınınca (malum 30 sene önce apartmanlarda megafon sistemi yoktu) gelenin kim olduğunu öğrenebilmek için 3. Kattan aşağıya "kim o" diye
Seslenirdik.
Gür bir ses yükselirdi aşağından "Benim Dayınız"
Dört kız kardeşin birden sevinç çığlığı sarardı apartmanı...
Ben dayımın yukarıya çıkmasını beklemeden koşarak inerdim merdivenleri, üç- dört basamak kala atlardım üstüne sarılırdım boynuna…
Dayımda indirmezdi kucağından ellerimi boynuna sarıp öpe öpe çıkardık evimize
İşte bizim dayım ile olan sevdamız böyle derindendi... Dayım ve ben. (Hala derin ve sonsuz)
Şimdi ise takvimler Ağustos 1996’yı gösteriyordu.
Vatanıma gelmiştim. Dayımla görüşmüştük ama doyamamıştım.
işleri iyi gitmiyordu, hep hüzünlüydü, yoğundu ..
Ben de 3 çocukla uğraşmaktan zamanı yetiştiremiyordum. Eski günlerde ki gibi olamamıştık kısacası....
Annemin dayanağı kolu kanadı tek gücüydü nazlandığında… Evladı, kardeşi, babası, kısaca her şeyiydi..
Oğlu yoktu, eşide babası da vefat etmişti tek erkeğiydi annemim.
Zaman zaman kızardı söylenirdi.
Sebep mi?
Dayımın bize artık sık sık gelemeyişiydi!
Ertesi gün dönecektim. Hasretlik vurmaya başlamıştı bile "Anneme, yarın sabah erken uçağımız kalkacak ben gidip dayımı göreyim" demiştim
Annem o gelsin bekle biraz hepimiz özledik bilmiyor mu? Deyince usulca eğdim başımı…
Bekledik bekledik… Gelememişti dayım!
Ve ben buruk binmiştim uçağıma, Aylar çabuk geçmiş, kış tam anlamıyla yaşanıyordu ve
aylardan Aralık!
Sanki telefon acıyla çalıyordu.
Ahizeyi elime aldım. Telefondaki ses ağlayarak bağırıyordu tanıyamadığım gibi ne dediğini de anlayamıyordum
Bir den donmuştum…
"Dayım Öldü" diyordu sesini tanımadığım kişi…
Kardeşimdi hani derler ya dünya başıma yıkılmıştı çığlığım apartmanı inletmişti
dayım diyebiliyordum.
Sadece dayım…
Gerisi çıkmıyordu ağzımdan dilim zikretmiyordu edemezdi de (Ölmüş) şimdi öksüz kalmıştık.
Acıyla beraber pişmanlığımda gün yüzüne çıkmıştı ardı sıra gelen… Nedenler niçinler pişmanlığımı körüklüyordu…
Faydasızdı ne kadar keşke desem, oysa yazın görecektim ki dayımı ama o yaz hiç gelmedi.
Sizler hiç pişmanlık duyarak ağladınız mı?
Hayatımızdaki süprizlere alışmak zor galiba!
Tatlı süprizlere tamam da acı verenlere dur diyebilseydik "Keşke" Zamansızlıktan, hayatın yoğunluğundan tutunda nice bahaneler yada gerçekten yetmeyen zamana isyanlar ederek geciktiririz
Yapacağımız işleri yâda, yarınlarımız var mı? Evet- hayır mı?
O zaman neden erteleriz, sevdiklerimizle zaman geçirmeyi, neden bekleriz karşı tarafın gelmesini belki de af dilemesini neden?
Ölüm gelince sararsa pişmanlık neye yarar ki sadece acıyla kavrulur vicdanlarımız dayımın soğuk yüzünü öperken..
Ben geldim giderken seni bekledim nazlandım, şimdi senin için geldim bak kara kızın geldi diye fısıldadım yaşlarım soğuk yüzüne düşerken...
Tam 18 senelik kapanmayan bir pişmanlık taşıyorum yüreğimde telafisi olmayan!
Hayatımızı ertelemeyelim, yarın çok geç oluyor inanın bana!
İmtihana tabi olan insan, öyle bir ince elekten geçiyor ki, insanın 'keşke' demesi bile başlı başına bir sorun teşkil ediyor.
Nitekim Peygamberimiz (s.a.s) insanları uyarıyor: “Sakın! 'Keşke' demeyin!”
Son kez haykırsam duyar mısın,
Seni öperken titreyen dudaklarım,
Gözyaşlarımla anlattığım pişmanlığım,
Faydasız bilsem de,
İtirafın var yıllar sonra,
Son kez öpebilseydim sıcakken yanaklarını,
Dudaklarım soğuk tenine değil de,
Sıcak nefesine eşlik etseydi,
Seni sevdiğimi söylerken,
Mekânın cennet olsun,
Demek düştü şimdi dilime…
Pişmanlık yaşamamanız dileğimdir, sevgili okurlarım…