ANA KUCAĞI GİBİ...

Efendim, uzun yıllar Adana’da yaşadım. Bulunduğumuz mahallede 1 ya da 2 aile dışında Kürt aile yoktu. Çoğunluğu Türk ve Göçmenlerden oluşan bir mahallede yaşıyorduk.

Evin içinde tek tük Kürtçe konuşmalar haricinde bu dili kullandığımız yer yoktu.

Bilhassa babam, işten eve geldiğinde Kürtçe ile karşılanmak istiyordu.

Bu durum bizde bir alışkanlığa dönüşmüştü. Bu yüzden babama hiçbir zaman “hoş geldin” demedik “bi xeyr hati” diyerek karşılıyorduk kendisini. Hemen ardından “nasılsın’lar, yemekte ne var”lar falan falan... Onlar genelde Türkçe yapılıyordu.

Babam ve annem kendi aralarında Kürtçe konuşurdu bu yüzden gayet iyi anlıyorduk Kürtçeyi. Gel gör ki konuşmaya yeltensek komik birkaç sözcükten başka bir şey çıkmıyordu gırtlağımızdan.

*** Lise eğitimim döneminde babamın memleket ısrarı üzerine Batman’a geldik. Hani Ahmet Kaya diyordu ya “ya bir gün sararsa memleket hasreti” diye... O hasret tutunca insan her şeyi bir kenara bırakıp hasretin son bulacağı mezralara, memlekete doğru yol alıyormuş, ben o yıllarda öğrendim.

Batman’daki hayatıma alışmakta zorluk çektim, ne yalan söyleyeyim. Yabancıydı bütün sokaklar ve insanlar. Ancak zamanla aşka dönüştü Batman.

Sorunları yok muydu, elbette vardı. Hem de yığınla. Lakin sevgiliye duyulan aşk gibidir memleket sevgisi. Eksiklerini görmüyorsun sevince...

Şimdi sorsanız, Batman senin için ne anlam taşıyor diye.

“Ana kucağı gibi” der ve susarım.

Hem komşularımız da gayet iyi insanlardı. Alışmak zor olmadı anlayacağınız.

Onlar Kürtçe sorarken, biz Türkçeyle cevap veriyorduk, tek sorunumuz bu oldu.

İyisi mi Kurdi Der’e gideyim dedim. Hastalığımın teşhisi zaten belliydi, “Kürtçeyi iyi anlıyorum ama konuşamıyorum”

Kurdi Der’de büyük iyi bir eğitim aldım. Hatta sınavlara girip sertifikalarımı bile aldım. Çok süperim diyemesem de eskiye göre daha iyiyim...

*** Şimdi diyeceksiniz ki, nerden esti bunları anlatmak?

“Canım sıkıldı yazmak istedim” demeyeceğim elbette. Zira tüm bunları yazma nedenim, bugüne özel... Yani 21 Şubat Dünya Anadil Günü’ne...

Hani dedim ya, insanın anadili ve memleketi, ana kucağı gibidir diye...

İnsan, ana kucağında bulduğu huzuru, başka hiçbir yerde bulamaz sevgili okur. Bundandır ki, anadili kısıtlanan bütün halklar, ateş üstünde yaşarlar.

Ve bu ateşi söndürmek için kendi dillerinde konuşurlar, kendi dillerinde ağlayıp kendi dillerinde mutlu olurlar. Rüyalarını bile kendi dillerinde görürler.

Anadile getirilen kısıtlamalar ise yanan ateşi körükledikçe körükler...

Halkları anadillerinden koparmayın efendiler. Zira diller, bölmez bir ülkeyi...

Aksine zengin eyler...