Depremin sosyolojik incelemesi
- 08-03-2023 01:00
- 07-03-2023 17:00
- 38
6 Şubat 202’‘te meydana gelen depremin öncesi ve sonrasının sosyolojik incelemesi.
“Bir tohum yaşamın sonsuzluğunu temsil eder. Tohumu ve onun döngüsünü anladığımızda her şey değişecek bizim için.” V. Ananias
O kadar yoruldu ki ruhlarımız, anlamını tam olarak idrak edemeyeceğimiz debelenmeler ile hayatlarımızı yaşamaya çalışırken neydi özümüz de bizimle olan, dönüp bakmak yada fısıltısını dinlemek istemedik, sesini yükseltmek istedi dur şimdi sırası değil dedik daha yapacaklarımız vardı sonra bakılırdı nede olsa, o hep oradaydı, beklerdi sırasını belki de hiç bir zaman gelemeyecek olan sırasını... Şükür duygusunu bir kenara bıraktık, hayatlarımız aslında yanlış seçimlerden kaynaklanan durumların şikayetleri ile doldu taştı. Biz nereye ait hissediyoruz hiç sorduk mu kendimize, neden doğanın, biricik dünyamızın toprağın bütünlüğünün dışına taşıdık kendimizi, konserve kutularına doluştuk, köyümüzden, özümüzden bizi kucaklamaya hazır toprağımızdan, doğanın ritmik sesinden işaretlerinden, bize anlatmaya çalıştıklarından hep kaçmak istedik evet biz istedik modernite denilen yaşam planları dayatılınca hemen kucak açtık, beklenen ve çok özlenen bir mısafir gibi geldi fakat bu mısafir yabancı bir dil konuşuyordu ve pek uyum sağlayamadı kültürümüze.
‘Tarih boyunca, gündelik yaşam, ölüm ve afetle karşılaşmaya hazır olmayı gerektiriyordu. Her an bu tehlike altında olan erkek ve kadınlar, çocuk yetiştirmek ve kıt kanaat geçinmek yanında, içinde bulundukları dünyayı anlamaya ve kısmetlerini geliştirmeye çalıştılar.
Tarih sıradan insanlar için hiç de kolay olmamış, barışta vergi vermek için çalıştırılmış, savaşta kutsal ilan edilen hükümdar için ön cepheye sürülmüş, çoğu zaman kaçak ve hain ilan edilmiş, kısa süren hayatları; göçler, açlık, hastalık ve çeşitli korkularla geçmiştir. Eski zamanlarda düzen içinde, hanedanlar değişir, yeni gelen meşru bir sistemi kurma iddiasında olurdu. Tek tek çıkar beklentisi içinde olanlardan oluşan bu devlet bürokrasisi, aslında mafyatik bir çeteden başka bir şey değildi.
Bugünün halklarının sorunları geçmişten pek farklı değildir; - İmtiyazlı bir sınıfı daha çok koruyan, istismara açık bir devlet ve adalet düzeni, - Gittikçe zengini daha çok zengin, fakiri ise daha yoksul yapan bir ekonomik düzen, - Eğitim başta olmak üzere hayatın her alanında fırsat eşitsizliği, bunu besleyen rant ve yolsuzluklar, - Dünya düzeninde milliyetçilik ve din istismarı üzerine kurgulanmış açgözlü ve acımasız güç politikaları, - Eğitilerek ve algı yönetimi ile bilgisiz ya da cahil bırakılan insan kitleleri, - Devlet egemenliği ve toprak bütünlüğünün giderek işlevsiz hale gelmesi, - Toplumun temeli olan ailenin bunalımı ve kadınların zincirlerinin hala kırılamaması.’
Sayın yılmazın da belirttiği gibi tarih boyunca insanlar yaşam yollarında benzer süreçlerden geçmek zorunda bırakılmışlardır, aydınlanan ve bu dünyada tek ve biricik olduğunu farkeden küçük azınlıklar refah seviyelerini ileri bir seviyeye taşıyabilmiş kendi değerlerini bilip, doğayla bütünleşik halde yaşayabilmeyi başarabildikleri kadar diğer küçük bir azınlığa da aynı sosyal ve adalet hakları tanıyıp sosyal devlet anlayışını geliştirebilmişlerdir. Bu noktaya öylece havuz başında limonatalarını yudumlayarak gelmemişlerdir, bunun için ağır bedeller ödemek zorunda bırakılmışlardır.
Farklı inançlara sahip olabiliriz, fakat bu dünya ile etkileşim içerisindeysek, sorgulama yetimizi kullanabiliyorsak, bir deneyim havuzu içerisinde olduğumuzu ve bu deneyimlerin bizleri hangi yönde geliştirdiğini farkedebilirsek yaşamlarımızı daha anlamlı kılabiliriz.
Her insan belirli deneyimlerden geçtikten sonra kaçınılmaz olarak bir anlam arayışı ile buluşur, bir çokları bulduklarını beğenmeyip, kendi yüksek benlikleri ile yüzleşmekten korkup uyuşturucu, sigara, alkol,sosyal medya,ilişki vb. Bağımlılıklar ile zaman kaybederler, fakat kendi ile buluşamayana sistem sesini yükselterek! bir şekilde çağrısını tekrar eder belki de bu dünya bakış açısı ile en acısıdır ölüm gerçeği, bu dünyada sana verilen ve bilinç dediğimiz gelişebilen deneyimler zenginliğinin sonu olduğunu hatırlatır.
Bu gibi zor zamanlar bilinçaltındaki birlik ile temas kurmamızı kolaylaştırır ve hayatın, anın değerini, varoluş sorunsallarımızla yüzleşerek daha net bir şekilde yüzümüze çarpar, yaşananlar büyük yıkım olsa da bu hayata demir atmadığımızı sadece yolculuk halinde olduğumuzu ve bu yolculuğun hangi kapısında olduğumuzun bir garantisi olmadığını fark ettirir. Ölüm her canlının eşitlendiği bu dünyanın çıkış kapısıdır.
Bu yolculuğu daha anlamlı ve içi dolu olarak yaşayabilmek için her bireye anlamlı görevler düşüyor, nitekim yaşadığımız asrın felaketi ile halkın gücünün yatsınamaz olduğu açıkça görüldü, tam anlamı ile bir ‘KURTULUŞ SAVAŞI’ ruhunun halen bilinçlerimizde varolduğuna, büyük bir seferberlik ile yaşatıldığına şahit olmak hepimizin yüreğine bir nebze olsun su serpti, her olayın sonunda herkes kendi sınırlarına çekilecektir, kendimizle başbaşa kaldığımızda bu yolculuğa yaraşır işler yaptığımızdan emin olmak ruhunuzu aydınlatacaktır.
Hepimize yaşam yolunda kolaylıklar dilerim.
Faydalanılan kaynak;Prof.Dr.Sait Yılmaz 20 Şubat 2023 ‘ölümün dansı’ makalesi