“GÖMÜLMENİN NERESİNDEN DÖNSEK KÂRDIR”

En son ne zaman bir kitap alıp okudunuz ve okuduklarınızı sevdiklerinizle paylaştınız bilmiyorum ama yine de hala okumanın keyfine varmış ve o keyiften vazgeçmeyenler için bir kitap önermek istiyorum.

Belki bu sayede sevdiklerinizle bir araya geldiğinizde vıcık vıcık olmuş o iğrenç politik gündemden biraz olsun uzaklaşmış biraz olsun edebiyatın estetiğiyle naif bir hoşgörüyle buluşmuş olursunuz.

Ruhi Mücerret adlı kitap, 100 yaşındaki son istiklal gazisi Ruhi Mücerret’in sıradışı, ilginç, olağan üstü keyifli, hüzünlü, acılı, absürt, kan donduran, yürek parçalayan, kafa bulandıran, akıl karıştıran, sersemletici hayat hikâyesini konu alıyor kitap.

Murat Menteş’i daha önce Korkma Ben Varım, Dublörün Dilemması adlı kitaplarından tanıyanınız, okuyanınız varsa bunu da okusun derim ve hatta bunu mutlaka okusun derim.

Kitap, her satırın altını çizip not alabileceğiniz metaforlarla dolu, aforizma manyakları için bulunmaz bir hazine.

Hele mimarlık hususunda bir bölüm var ki daha önce hiç düşünmediğim hiç aklıma gelmeyen bir bakış açısı taşıyor.

Mimarlık demişken mimar olan sevgili o duygusal ve naif ruhlu kardeşim Yunus’a da ve sevgili güzel ailesine, Zehra ve dünyalar tatlısı yeğenim Asya Duhaya’ da buradan çok çok selam gönderiyorum. (Selam göndermek sadece ekrandan olacak değil ya).

Mimarlıkla ilgili kitapta geçen bölümü sizinle paylaşmak ve boş laf gevezeliği yapmak yerine sözü Murat Menteş’e bırakmak istiyorum.

***

Bir de bu yazıyı okuduktan sonra bakın istiyorum, Batman’a ve gittikçe betonlaşan üst üste yığılan şehrin mimarisine:

“Serpil mimarinin öneminden bahsediyor, Nazlı Hilal pür dikkat dinliyordu: “Doğan Hasol bize hep ‘Kötü binada iyi insan yetişmez’ derdi. Çarpık şehirden de düzgün insan çıkmaz. Hepimizin sevdiği bir futbolcu, politikacı, sinemacı veya müzisyen var. Fakat her birimiz yaşayan bir mimar benimsiyor muyuz? Romalı Mimar Vitruvius, 2000 yıl önce yazdı: ‘Bir binanın üç özelliği olmalı: Sağlamlık, kullanışlılık, estetik.’ Bu nitelikler, şehrin bütünü için de lüzumludur. Aksi takdirde, iyi binalar hayati çelişkilerin simgelerine dönüşür. Mimari, kente karakter temin eder. Sadece sembol yapılar [Kabe, Eiffel Kulesi, Hürriyet Abidesi...] değil, tüm yapılar şehrin temsilcisidir. Kente özgü kültürün ya canlılığına ya da can çekişmesine etki eder. Mimari bütünlük, insani yakınlığı, duygu birliğini mümkün kılar. ‘Yapısal’ ortak paydadan mahrum bir muhitte insanların aşkları kısa sürer, kavgaları uzun. Mimari, şehirde yaşayanların rollerini belirler, onları yönlendirir. Yozlaşmış bir yığın mıyız, bireylerden müteşekkil bir toplum mu? Bu, mimariye bakar. Herhangi bir kentin panoramik fotoğrafını inceleyerek, orada oturanların ekonomik, psikolojik, eğitimsel... her türlü durumunu anlayabiliriz. Kentte meydan yoksa demokrasi gelişmez. Kaldırımlar darsa, bireye saygı kıttır. Yapılar çok katlıysa, kanser yaygındır. Çünkü komşuluk ölmüştür. Binalar, insanlardan uzun yaşar. Tapusu kimde olursa olsun, her bina şehirdeki herkesindir. Çünkü manzaranın değişmez bir parçasıdır. İçinde barınmasan da, yapının yüzüne bakarsın. Somurtkan yapılar, şehir hayatının tadını kaçırır. İyi bir bina yaptığınızda evlatlarınıza, torunlarınıza ve de komşularınıza harika bir hediye sunmuş olursunuz. Kötü bina yaparsanız, gelecek nesilleri de hasta eder, kronik depresyona sürüklenirsiniz. Eğitim kalitesini arttırmada, en az maliyetle en etkili sonuç; okul binalarının ve bahçelerinin estetikleştirilmesiyle elde edilir. Bahçesi çölleşmiş, cezaevi benzeri okullarda öğretmenler şefkatli, öğrenciler mutlu olamaz. Bahçeler, dünyevi eserler olan binaların, cennetle bağını kurar. Bahçesiz evden çıkan cenaze cennete gidebilir mi? Ha? Bahçe, bir binanın asıl manzarasıdır. Saklanmak için ideal yerleşimler olan metropoller, kaçaklar için tasarlanmış gibidir. Çünkü insanları birbirinden yalıtır, koparır, ayırır. Dolayısıyla bir tür cezaevi işlevi de görürler. [Sanal alemin hipnotik mimarisi, metropoldeki ‘iptilalara’ yeni bir seri ekler.] Büyük şehirde mukimsen, ya kaçaksın ya da mahkum. Mimari üzerine düşünmek, bizi ideolojik obsesyonlardan kurtarır. Kim ki mimariyi [inşaat ayrı] dert ediyor, kavgayı değil, aşkı seçiyor demektir. [Âşıklar pembe panjurlu evi aşıp, bir aşk şehri hayal etmeliler.] Mimari bilmeden şehirli olunmaz. Sosyalist, özgürlükçü, dindar, muhafazakâr, milliyetçi... de olunmaz. Bu yüzden, enkazda yankılanan kuru gürültü dinmiyor. Gömülmenin neresinden dönsek kârdır”