İHTİYACIMIZ OLAN SAVAŞ DİLİ DEĞİL

Dünya dediğimiz alanı rakamlarla değerlendirdiğimizde gözümüzde büyür de büyür. Dünyanın yüz ölçümünü rakama vurursak milyon km² ler havada uçar.  

Oysaki dünya, rakamlarla hesaplandığı kadar büyük bir yer değildir.

Hata sığamayız, yetmez bize koca toprak parçası.

Dünya küçücük bir yer olu verir.

Böylece km’lerce uzak da olsa seni ilgilendirir.

Yanı başındaki bir yer de olsa seni ilgilendirir.

Türkiye’nin de Dünyanın da günlerdir en büyük gündemi, Irak’ın Kürdistan Bölgesinde gerçekleştireceği referandumdu.

Referandum gerçekleşti.

 % 90’ını aşan yüksek oy oranıyla bağımsız Kürdistan devletine halk, onay vermiş oldu.

Türkiye’nin ve Dünyanın yine en büyük gündemi bu olmaya devam etti. 

Zamanında o bölgede yaşayan Kürtlere kimyasal silahlarla saldırıldığında, siviller hedef alınarak soy kırımlara maruz bırakıldığında, o bölgede neler olduğu, neler yaşandığı ne komşu ülkelerin ne de dünyanın dikkatini bu kadar çekememişti.

Saddam’ın 2003’te devrilmesi, Irak’ın özerk bir yapıya kavuşmasından sonra Irak merkezi hükümeti ve Irak Kürdistan Bölgesi, karşılıklı birbirlerini bağlayıcı kararlar almışlardı.

Bağdat hükümeti tarafından bu kararlara uyulmaması, Kürdistan Bölgesine ambargo konulması, onlara ayrılan bütçenin ödenmemesi ve diğer sıkıntılar, federal sistemin çökmesine ve sürecin buralara gelmesine sebep olmuştu.

Enfallere ve soykırımlara uğrayan Kürtler, temelinde uluslararası hukuka ve Irak anayasasına dayanarak referandumu gerçekleştirdi. 

Irak Kürtleri en meşru hakları olan “halkların kendi kaderlerini belirleme ilkesine” dayanıp, referandumda “evet” diyerek bağımsızlıklarını talep etiler.

Türkiye daha önce IKYB Başkanı Sayın Barzani’yle de geliştirdikleri iyi diyaloglarla görüşmelerde bulunarak ticari ilişkilerde bulunmuştu. 

Buna rağmen referandum sürecinde Türkiye, sert dil kullanmayı tercih etti.

Bu süreçte Türkiye’nin tutumu sert ve tehditvari iken Irak’ın Kürdistan Bölgesinde acaba neler oluyordu?

Hem referandumda Irak Kürtlerinin coşkusunu görmek onlara katılmak hem de o bölgede neler oluyor biraz da o taraftan bakmak için oraya gittik.

Oraya gittiğimde insanların referandumu  “çocuğun bayram sabahını beklerken ki” heyecanını andıran coşkusuyla karşılaştım.

Her tarafta bayraklar asılmıştı.

İnsanlar bunca yıl çektikleri acılar ve verdikleri mücadelenin karşılığını almanın hazzıyla referandum gününü bekliyorlardı. 

Ben de o onların heyecanına kapıldım. 

Oraları çok beğenmem, belki de bu yüzdendir. 

Türkiye’de yaşarken unuttuğumuz güvende olma hissini orada sanki hissetim.

Akşam dükkânlarına kilit atmaya gerek duymadan, kalın bir örtüyle örterek dükkânlarını kapatan esnafları görünce şaşkınlık geçirmedim desem yalan olur.

Çocukların kapılarının önünde rahatça, korkusuzca halen oyunlar oynadıklarını gördüm.

Bizim ise çocukları gözümüzün önünden ayırmaya korktuğumuz, “kaçırılır, kaybolur, başına bir şey gelir” korkusu yaşadığımız aklıma geldi. 

Irak Kürdistan’ında farklı etnik, dini ve mezhep gruplarına da haklar tanınıyor.

Sorunsuz, bir arada yaşıyorlar.

Türkiye’nin ya da diğer ülkelerin tehditlerinden en ufak korku ve tereddüt yaşamadan insanlar işlerine gidip geliyor.

Soykırımlara uğramış, halen DAİŞ terör örgütüyle savaşan bir ülkenin ticari ambargolardan korkmayacağı açıkça görülüyordu.

Türkiye’nin bu kadar tehditkâr diline rağmen ılıman, yapıcı politika izlemeyi tercih ediyorlar. Siyasi politikalarında bağımsız olarak komşu ülkeleriyle iyi ilişkiler kurmak istiyorlar.

Bölgede yaşayan halk, bağımsızlığını istediklerini, referandumla söylemiş oldu.

Biz de bu “evet” referandumdan sonra oradaki sürecin hangi hızda ilerlediğini göreceğiz.

Türkiye yıllardır hep komşularıyla düşmanca ilişkiler sergileyen bir politika yürüttü.

Bundan sonra komşularıyla düşmanca değil de güçlü ilişkiler yürüterek sürdüreceği politikalar daha yarar sağlayacaktır.

Çünkü savaş politikası sadece karşı ülkeye değil, kendi ülkesine de zarar verecektir.

Uygulayacağı ticari ambargolar da kendi ülkesinin ekonomisini olumsuz etkileyecektir.

Hoşçakalın…