İSLAMİYET ve MÜSLÜMAN

İslamiyet bir dindir.

Bir toprak parçasına münhasır olmadığı gibi, kişi, kurum, kuruluş ve devletlerin malı değildir.

Herkesin, rahatlıkla şehadet kelimesini yanı “Eşhedu enla ilahe illellah ve eşhedü enne muhammeden resulullah” kalp ile tasdik ve dili ile söylerse bu dinin mensubu olabileceği gibi, inkar ile bu dinden de çıkılabilir.

Kişinin kimliği, anne-babası, memleketi, sıfatı, konumu… değil kalbe giren veya çıkan iman belirleyicidir.

İslamiyet; saadeti dareyin, yanı dünya ve ahreti kazanacak bir yaşam biçimidir.

Hayatın her alanına müdahale ettiği gibi, haram ve mekruhlarla kısıtlamalar getirilirken helal ve mustahaplar la da zevke kafi gelmektedir.

İslamiyet; Allah tarafından Hz. Cebrail(as) vasıtasıyla Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme gönderilen, tam ve noksansız Kur’an ın ta kendisidir.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem tarafından sahabesinin anlayabileceği biçimde izah edilen, yaşayışıyla onlara model olan sünneti seniyenin tamamıdır.

İslamiyet bir bedene benzer. Tam ve bütündür. Eksiklikler bedendeki eksiklere gibidir.

Kişinin gücünden fazla sorumluluk vermediği gibi gücü dâhilinde olanları da ondan yerine getirmesini ister.

İslamiyet’te asıl olunan; kişi, kurum ve kuruluşların yaşamları değil. Takip edilmesi, uyulması, hayatının merkezine konulması gereken şey Kur'an ve sünnettir.

İslamiyet son nefese kadar iman ile Allah huzuruna gitmenin adıdır.

İslamiyet’i seçenlere Müslümanlara ise; elinden, dilinden emin olunan, kendi nefsi için istediğini başkaları için isteyen, en hayırlısının başkasına hayrı dokunan, doğruluğu, dürüstlüğü, yardım severliği… Olan kimselerdir.

Müslüman; israf yapmayan, şatafatlı hayat sürdürmeyen, anne-babaya, akrabaya, komşuya, yetime, fakire, miskine, yolda kalmışa yardım eden, ilim Çin’de de olsa gidip öğrenen, alimlerin Peygamberlerin varisi kabul eden… Kimsedir.

Müslüman; iyiliği emir edip kötülükten men eden, kötülüklere karşı eliyle, gücü yetmiyorsa diliyle, buna da gücü yetmiyorsa kalbiyle buğuz yanı nefret edendir.

Daha nice güzellikleri olan İslam dini ile günümüz Müslümanlarının içinde bulunduğu acıklı durum çok çelişkilidir.

***

İşte ülkemiz.

Allah ve resulu ile savaş manasına gelen (bakara 279 ayet) faiz, Şeytanın birer pisliği olan kumar(maide 90), Çirkin bir hayasızlık, kötü bir yol ve yaklaşılmaması gereken (İsra 32) Zinanın arttığı, aile içi şiddet, hırsızlık, cinayetlerin sıradanlaştığı bir hal almıştır.

Şehit kanlarıyla alınan vatan topraklarının yap işlet devret modeli ile yabancılara peşkeş çekilmesi, döviz ve faiz ile ekonominin idare edilmeye çalışılması neticesinde ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik durum.

Milli ve manevi değerlerin unutulmaya başlandığı, batı hayat tarzının tv. Filim ve dizilerle özendirildiği, sevgi ve saygının yok edilmesi için çalışan medyası.

Açın düşünülmediği, fakirin halinin sorulmadığı, kimsesizin hor görüldüğü, yetimin itildiği bir durum.

Evlenmenin azaldığı, namus, aile kurmanın kutsiyetinin ve değerini kayıp ettiği, birlikte yaşama, evlilik dışı ilişki, günlük kiralık evlerle fuhuş ve zina yaygınlaşmaya başlanmış.

Başta devlet büyüklerinin israf etmeleri, zenginlerin daha zengin olması için verilen hibe ve teşvikler, işsizliğin artarak devam etmesi, devletin istihdama yönelik yatırımlardan vaz geçmesi.

Dünyaya model ve örnek olması gerekirken, Adaletin, eğitimin, yerli üretimin azaldığı bir ülke haline gelmişizdir.

Peki batının gelişmesi bizim onları yakalamamızın sebebi nedir?

Ülkemizdeki ekonomik yönde geri kalmışlığın sebebi din olmadığı gibi batının gelişmesi de dinsiz olduklarından dolayı değildir.

Belki onların gelişmesi, İslam’ın da olmazsa olmazı olan; adalet, sadakat, dürüstlük, çalışkanlık, işi ehline verme, müspet ilim, israftan kaçınma gibi değerlere önem vermeleri ile sonucudur.

Gelişmiş batı medeniyeti; İslam’ın dünyaya bakan hükümlerine uygun bir yaşam sürdürdükleri için dünya nimetleri bakımından terakki etmişlerdir.

   Selam ve dua ile