İstemezük ya da bilimsel özgürlük

İstemezük ya da bilimsel özgürlük

Avrupa’da Rönesans Çağı’nı doğuran en önemli hususlardan biri şüphesiz ki bilim ve sanata meraklı yeni bir kitlenin ortaya çıkmasıydı.

Bu yeni kitle skolastik felsefenin dayattığı dünya görüşü ile eğitim anlayışına karşı çıkarak özgür bir kavrayışın doğmasını sağladı.

Kilise kaynaklarının iman derecesinde bağlandığı Aristo fiziğinin geçersizliğine ilişkin ilk bilimsel gelişmelerin temeli bu dönemde atıldı.

Galileo Galilei ve Nicolaus Copernicus bu sürecin öncülerindendi.

Görüşlerini ve araştırmalarını açıkladıklarında engizisyonlarla aforozlarla karşı karşıya kaldılar, Giordano Bruno gibi öncüler Roma’nın ortasında yakılarak idam edildiler.

Kilise taassubunun yeni fikir ve inanca asla tahammülü yoktu.

**

Coğrafyamızda bilime karşı olan saygının ve bilimsel gelişmelere olan katkısının kökeni insanlığın ortaya çıkışıyla neredeyse eştir.

Pek çok medeniyetin Fırat, Dicle ve Nil havzasında ortaya çıkması tesadüf değildir.

Tarih bu konuda  pek çok örnekle doludur.

İslâm dünyasında El-Kindi, El-Harezmi, Farabi, El-Cezeri, İbn Haldun gibi isimler Antik Yunan kaynaklarına hâkim oldukları kadar çağının bilimsel bilgisine sahip olmada en ileri noktadaydılar.

Fakat halefler seleflerini pek de iyi örnek almadı maalesef.

Osmanlı bilim ve sanatı, Fetih’ten sonra iyi bir ivme yakalamasına rağmen Coğrafi keşiflerle yeni dünyaya bigane kalınca geri kaldı.

Ocaklılar bir şeyi istemeyince ortalığa dalkılıç çıkıp “istemezük” naraları atarlardı. 

Ulema sınıfının Ocaklılardan pek de bir farkı yoktu. Asırlarca kısır çekişmeler içinde kalarak bilime, sanata, felsefeye ve hatta dine yabancılaştılar.

 

**

Karl Popper, “Bilim eleştiriye açık olmalıdır. Bilim sürekli yanlışlayarak, evrim şeklinde gider” yaklaşımını öne sürerek bilimin doğrunun yanlışlanarak ilerlediği yönünde önemli bir kuram geliştirdi. Bu açıdan Hegel’in diyalektik felsefesi ile Marx’ın diyalektik materyalizmi misyonunu tamamlamış oldu.

Bilimde sabit bir doğrudan söz etmek imkânsızdır. Çünkü bugünün en kuvvetle bağlanılan doğrusunun dahi yarın yanlışlanma ihtimali vardır.

Bu nedenle doğru merkezi değildir; uzama yayılmıştır.

 

**

Son dönemde bazı kâğıttan kaplanların “Bilimi sadece biz yaparız, başkasına söz düşmez” türünden sözlerinin yankı bulduğuna tanık oluyoruz üzülerek.

Bazı marjinallerin kapalı kapılar ardında “Biz olmasak bilim biter, biz olmasak filan bilim alanında ilerleme olmaz” türünden hezeyanlarla ürettikleri algıların bir kıymeti harbiyesi yoktur ve olamaz.

Bilim denilen olgu üniversaldır; bilgi herkese açıktır.

Hiçbir bilimsel bilgi, belli bir zümrenin tekelinde olamaz.  Bilgide tekel kurulmaya çalışıldığı anda ilerleme durma noktasına gelir. Albert Camus’nun yaklaşımıyla ilerleme geriye döndürülmüş olur.

Doğru bir metodolojiyle yola çıkıldığında araştırılan konunun ne olduğunun bir önemi kalmaz.

Ancak bu arada zihinsel teksifin lüzumunun hayati olduğunu unutmamak gerekir.

Bilinenleri derlemekle yeni bir gerçeğe erişilmez; mevcudun öğretilmesinin ötesine geçilmez.

Yüzeysellik bilimin en büyük düşmanıdır.