KAFAMIZA TAKARSAK, KAFAMIZ GİDER!
- 14-05-2018 00:03
- 20
Bazı gerçekleri konuşmanın vakti çoktan geçti!
Dün, İngilizler, Fransızlar ve saz arkadaşlarına boyun eğmemek için 253 bin kişinin hiç tereddüt etmeden şehadete yürüdüğü topraklardaydık.
Onlardan olmamak, onlara boyun eğmemek, onlara benzememek için can veren kahramanların torunları olarak oradaydık.
Orada inanan bir kavmin hiçbir zaman yıkılamayacağını gördük. Yıkılmadık, bütün dünyanın gücünü başına yıktık.
Düşman yenilirken mevzuyu anladı.
Tank, top, teknoloji, sayısal üstünlük ve stratejik hamleler değil iman dolu göğüslere yenildi.
Onun içinde iman dolu göğüslere odaklandılar.
Birileri de onlara alet oldu.
Bilge kralın dediği gibi “savaş ölünce değil, düşmana benzeyince kaybedilir”.
Ve maalesef, 253 bin şehidi verdiğimiz tarihten 10 yıl sonra, o 253 bin kahramanımızın katilinin başındaki şapkayı takmak, kanunla zorunlu hale getirildi. Onu takmayanlar idam edildi.
O şapkayı takanlara karşı, can verenlerin çocukları, o şapkayı takmadıkları için katledildi.
Onlar gibi smokinler giyilip, kadehler tokuşturuldu.
1000 yıllık tarihi gelenek, kültür, sanat, edebiyat, bilim, fen, harf inkılâbı ile yok edildi.
1000 yıllık alfabemizi kimin alfabesiyle değiştirdik. Denize dökmekle övündüğümüz düşmanın alfabesiyle, niye çünkü böylesi daha çağdaşmış.
Galiba Japonlar, Çinliler, Ruslar ve İsrailliler 3-5 bin yıllık alfabelerini kullandıkları için geri kalmışlar. Çağdaş olamamışlar!
Atalarının arşivlerini kilo haliyle düşmana satmadıkları için ekonomileri sos vermiş!
O şapka, işte o şapka, biz o şapkayı takınca ne olduysa oldu.
Koku geliyordu, iğrenç kokuyordu, beden eriyordu, can gidiyordu ama hiçbiri önemli değildi. Hani çağdaştık ya o yeterdi.
Hangi çağ, o çok çağdaş dediğiniz şapkanın tarihçesi milattan önce 3200’lere dayanmakta.
O tarihlerde de takanlar, ne Türkler, ne Kürtler, nede bize dost olan herhangi bir kavimdi.
Hep düşman, hep düşman, hep düşman…
İyi de niye biz düşmana benzemeye çalışıyorduk.
Düşman bizi öldürüyor, biz onları kovmak için bütün varlığımızı ortaya koyuyoruz ama onlar gittikten sonra onlara benzemeye çalışıyoruz.
Madem öyle, niye verdik 253 bin şehidi.
Tüm okuyan, aydın, yetişmiş nesilleri niye feda ettik.
Madem şapka takacak, smokin giyecek, onların alfabesini kullanacak, askerlerini istedikleri zaman içimizde barındıracak, bayraklarını tişörtlerimize bastırıp göğsümüzü gere gere dolaşacaktık niye harap ettik kendimizi.
Onlar Çanakkale’yi geçseydiler, ezanı değiştirip, camileri ahıra çevirebilirler miydi?
Bilmiyorum, ortada ciddi bir çelişki var!
Biz kimi durdurduk?
Kimi yendik?
Kime niye benzedik?
Bunları çözemezsek, o toprakların altında kefensiz yatan 253 bin şehidi anlayamayız. O 253 bin şehidi anlayamazsak, hiç kimseye kafa tutamayız.
Kafamızda kimin şapkası varsa onun türküsünü çalar, onun tezgahın da yürürüz.
Kimseye de kahramanlık hikayeleri anlatamayız.
Çanakkale ruhunu anlamak için onu yaşamak gerekir. O ruhu yaşamak için o genetik şifreleri çözmek gerekir.
Şifrelerde öyle zor şifreler değil.
İnanacaksınız, okuyacaksınız, okuduğunuzu ve ceddinizi anlayacaksınız.
O başınızdaki şapkayı da tarihi ile birlikte yakıp atacaksınız.
Yoksa altında ki kafaya hükmedemezsiniz, kaybedersiniz!
Nice canlar verdik o şapkayı takmamak için!
O can verenlerin bir kısmı Çanakkale’de kahraman olarak yatıyor ama ne yazık ki diğer birileri hain yaftası ile muhtelif yerlerde yatıyor.
Bence o İngiliz şapkasını takmayanların hepsine iadeyi itibarda bulunulup, onları katledenler tarih önünde yargılanmalıdır.
Bu sorun çözülmelidir. Yoksa nesillerin çözülmesi önlenemeyecektir.
İnsanların ceddini tanıyıp anlamaları dileğiyle, sağlıklı ve mutlu kalın…