KALBİ OLAN BİR KEHRİBAR BONCUK
- 06-11-2016 21:10
- 8
Ne suyun hükmü kaldı ne de sabunun.
İnsan kirlenmek ve kirletmekten öte kirin ta kendisi olup çıktı.
Suyun da sabunun da hükmü yoksa harcayıp israf etmeye de hacet yok.
Kirletmeden kirlenmemek ne kadar güçleşti farkında mısınız?
Farkında mısınız ne kadar zorlaştı erdemlerine sarınıp korunabilmek.
Sırayı dolduran iğrenç, kanlı ve yalan gündemlere rağmen sıradanlaşmayan birini bulunca insanın dolu dolu merhaba diyerek sarılası geliyor.
Bize insan olduğumuzu, erdemlerimizi yalan dolana bulaşmadan sade yalın gerçekliğimizi hatırlatan bir güzel insandan ve onun içinde beni ve sizi bu coğrafyanın tüm insanlarını taşıyan kitabından bahsedeceğim.
Henüz farkına vardığım canlı, capcanlı bir başarı öyküsü, sevgili büyüğüm Zeki (Sevim) Abiden ve Kehribar Boncuk adlı o güzel kitabından bahsedeceğim.
İçinde her biri gerçek hayattan bir kesit olan yaşanmış on öykü barındıran ve 2015 yılında Cinius Yayınları tarafından basılan “Kehribar Boncuk” kitabını maalesef ki yeni okudum. Buna rağmen okumam için bana ulaştıran sevgili dostlara teşekkür ederim.
Zeki Abi ekonomik yoksunluktan ötürü okuyamamış eğitimi ilkokula kadar götürebilmiş ve çalışmaya başlamış bir güzel insan.
Şimdi 53 yaşında olan Zeki Abi, 9 yaşında sanayide oto tamirciliğine başlamış birçok işte çalışmış ve son olarak sanayide kendine ait yedek oto parçası satan bir işyeri açabilmiş.
Dinlemekten, anlamaktan, okumaktan ve yazmaktan vazgeçmemiş.
Yaklaşık 30 yıldır kelimelerle boğuşup duran ve kelimelerin kökenini araştırıp duran biri. Çabalamış, tırmalamış, azmetmiş iki öykü kitabı yazmış.
İsteyince neler başarabileceğinize dair en güzel örneklerden biri Zeki Abi ve kitabı Kehribar Boncuk.
Farkına varamadığımın utancıyla size fark ettirebilmek istediğim bir insan ve bir kitap.
İtiraf etmeliyim ki kapak tasarımını beğenmediğim ve bundan hareketle burun kıvırarak okumaya başladığım “Kehribar Boncuk” beni şaşırttı, beni önyargımın utancıyla mahcup etti.
Bundan da öte bir ilkokul mezunu ve oto tamircisi, nice kallavi kitabı deviren bana ne anlatabilir ki diyenleriniz vardır muhakkak. Ne mi anlatabilir?
Arkadaşınız Çoban Hıso’nun yediği sille tokatla, kendini astığı dut ağacının altına götürür, Hıso’nun annesinin acıdan yolduğu saçlarını ve yerde duran tülbendini anlatır.
Bir çocuğun iş bulmuş babası için nasıl sevinebileceğini ve çocuklarını ailesini uyuşturucu çıkmazında ihmal eden bir babanın batağını anlatır.
Fatım’ın geçmişte yaşanılan bir acının ve ayıbın pişmanlığını her gün beriden dönerken sessiz sedasız tek başına nasıl yaşadığını ve bu coğrafyada Ermenilere yapılan haksızlıkları ve zulümleri anlatabilir.
Bir Seyda’nın gömüldüğü kibrinde nasıl küçüldüğünü anlatabilir: Büyük insan diye saydığımız kişi meğerse uzun dilli küçücük bir insanmış.
Çöplükte aranan çocukların yoksulluklarıyla nasıl zehirlendiklerini…
O çocukların o yoksullukla zehirlense de bir duanın bereketinde erdemleriyle ayakta durabileceklerini…
Bazılarımızın acılarından diğer bazılarımızın zenginlik devşirebileceklerini…
Etnik ve dinsel farklılıkların yarattığı korkularımızın sebep olduğu kazalar ve o kazaların kurbanı çocukların kayıplığını…
Sılayı, gurbetliği ve o acıyla bir martı ötüşünün “defol” diyen bir çığlığa dönebileceğini…
Ve bir kehribar boncuğum tüm Mezopotamya’nın kalbini taşıyabileceğini…
Hepsini, en çok da size sizi anlatabilir…