Kendileriyle savaşanlar
- 21-11-2022 00:01
- 30-04-2024 20:20
- 3708
Stefan Zweig’ın Üç Büyük Usta’dan sonra kaleme aldığı Kendileriyle Savaşanlar adlı eseri Hölderlin, Kleist ve Nietzsche’yi ele alıyor. Zweig; Balzac, Dickens ve Dostoyevski hakkındaki parıltılı cümlelerini Hölderlin, Kleist ve Nitzsche’den de esirgemez.
Kendileriyle Savaşanlar, Hölderlin’e ayrılan geniş yer ile başlar.
“Bir yeryüzü çocuğu ne kadar zor özgürleşirse,
İnsanlığımıza o kadar güçlü dokunur”
Bu dizeleri epigraf olarak kullanan Stefan Zweig, özgürleşmek isteyen ruhların kendileriyle savaşını Hölderlin’in şair, yalnız, santimantal kişiliği özelinde tartışmaya devam eder.
Goethe ve Schiller’in çağdaşı olan Hölderlin 1770-1843 yılları arasında yaşar. Küçük yaşlardayken babasını, büyükbabasını ve kardeşlerini kaybetmesi melankolik mizacının öne çıkaran husus olur.
Stefan Zweig, Hölderlin’in çocukluğu, gençliği, şairliği, hayatından çeşitli kesitler ve eserleri üzerinde ayrıntılı olarak durur.
Eserin her bir satırı muhteşem bir yazı ustasının kaleminin yansımaları…
Hele ilk bölümün sonunda Stendhal’in Henre Beyle olarak öldüğünü anlattığı o muhteşem cümleler… Ve o cümlelerden mütevellit Hölderlin’in ölümsüzlüğe merdiven dayaması…
Şiiri bütün dünyanın üzerine dökülen Hölderlin’in güçlü lirik kalemi, Zweig’ın satırlarının ışıltısına dönüşüyor. Hölderlin’in bu güçlü lirik kaleminin aynı zamanda Stefan Zweig’ın hazırladığı bu eşsiz biyografinin şiirsel anlatımına da dönüştüğünü unutmadan not etmek lazım. Zweig, her üç usta için, “Hölderlin, Kleist ve Nietzsche’de ilk göze çarpan şey onların dünya ile bağlantısızlıklarıdır. Şeytan Faust’ta bulduğu kişiyi gerçek hayattan koparıp atar. Üçünün de karısı ve çocukları yoktur (tıpkı kan kardeşleri Beethoven ve Michelangelo gibi), evleri ve servetleri yoktur, sürekli bir meslekleri, güvenli bir makamları yoktur. Göçebe tabiatlıdırlar, dünya üzerinde başıboşturlar, toplum dışında, garip, hor görülen insanlardır ve tümüyle anonim bir varoluş sürdürürler.” (s.9) der.
Zweig, kozmik vizyona sahip olan Hölderlin’in şairliğini değerlendirirken şu eşsiz sözcüklerden kurulu cümleleribir gül bahçesinin kokusu gibi zihnimize ulaştırır: “Hölderlin bıkmadan usanmadan bu kendi halini anlatır, onun şiiri verimliliğe düzülmüş kesintisiz övgü, kısırlığa sarsıcı bir yergidir, zira heyecan ölürse tanrılar da ölür.” (s.62).
Hölderlin’in hassaslığı, melankolisi, santimantalizmine en iyi tercüman olan ifade ise Stendhal’ın Henri Brulard için söylediği “Başkalarına vız gelen beni derinden yaralıyor.” şeklindeki sözlerdir.
Başkasının özensizce sarfettiği bir söz kendisini ağlatacak ölçüdedir. Hölderlin hayatına giren her küçük şey üzerinde ısrarla durur; küçük yaşam kırıntıları onda kâh neşeye dönüşür; kâh derin üzüntülere…
Zweig, Hölderlin’in ölümüne kadar şiir ve şairlik üzerindeki ısrarı üzerinde de durur: “Ve böylece yavaş yavaş karanlık akıntıyla birlikte aşağılara kayar, kendi kendisinin cesedi olarak, yıkılmadan, hayatının son saatine kadar şairdir, ama kendini ifade etmeye gücü yoktur, paramparça olmuş bir kabarmanın Hölderlin’i; Scardanelli’dir, o trajik hayalettir.” (s.66).
Deha ile delilik arasında kendisiyle mücadele eden, ömrünü bir deha olarak geçiren ama son anda bir deli olarak ölen Hölderlin’in şarkısı, Alman romantizminin zirvesi iken günümüz şiir bahçesini inci damlalarıyla sulamaya ve şiir toprağınınverimi olmaya devam ediyor.
Hölderlin’e de acımadığı gibi kader en zayıfları alıp dışarı atmıştır.Trajik ölümünde böyle olmuştur.
John Keats de “dünya benim için fazla sert” der, Hölderlin gibi.
Stefan Zweig, Hölderlin’in dehasının ortaya çıkmasında acının etkin belirleyiciliğini tabiatının en nesnel tasviri şeklinde ortaya koyar: “En değerli olan bile ona bedenen yakışmaz: Hölderlin bir zaman deneyiminin şiddetinden yoksundur, her zaman rüyalarda gezinir, dünya dışındadır ve hayalperesttir. Sahip olmak ve kaybetmek onun en derindeki hayatını etkilemez, işte bu yüzdendir dehanın yaralanmazlığı, en hassas insanda bile böyledir. Her şeyi kaybetmeyi bilen biri her şeyi kazanacaktır ve açılar onun ruhunda yaratıcı bir güce dönüşür, ne kadar nedensizse insanın acısı, o kadar nedensizdir gücü de…” (s.94).
Zweig, Hölderlin’in ölümsüzlüğünü tarihle karşılaştırır: “Tarih tanrıçaların en ciddisidir. Sakin ve önyargısız gözlerle zamanın derinliklerine bakar ve demir eliyle gülümsemeksizin ve acımaksızın olayları şekillendirir. Umursamaz görünür, sarsılmaz ama onun da, o uzlaşmazın da gizli bir arzusu vardır. Onun görevi olayları şekillendirmektir, ama bu ciddi eylemleri yaparken küçük analojiler, halklar ve zamanlar üzerinde beklenmedik, şaşırtıcı çakışmalar, anlamlı tesadüfler yaratmayı sever. Hiçbir şeyi tek başına kaderine terk etmez, herkese bir benzerini gösterir. Hölderlin’in son alın yazısına da kardeş bir yaşantı bulmuştur.” (s.159).
Başta şiirleri olmak üzere Hyperion veEmpodekles’in Ölümü gibi majör çalışmaları onu ölümsüz kılan eserlerinin başında gelir.
Ve son olarak Hölderlin’den not edilebilir birkaç aforizma:
“Dostum kendimi tanımıyorum, hele insanları hiç tanımıyorum.” (s.101)
“ve
dingin yıldızlar gibi berraktır
uzun kuşkulardan doğan saf kişiler” (s.109)
Ayrıca eserin muhteşem çevirisi için Nafer Ermiş’e bir teşekkür...
Not: Eserden yapılan alıntılar için bkz. Zweig, Stefan (2011). Kendileriyle Savaşanlar-Hölderlin-Klesit-Nietzsche. Almanca Aslından Çeviren: Nafer Ermiş. İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları.