KÖTÜ VE İYİ

KÖTÜ VE İYİ

Dolar’ın, Euro, Altın’ın ne kadara yükseldiğini yazıp bilmişlik taslamak istemem.

Yağ’ın, su’yun, un’un, ekmek’in, et’in ne kadar zamlandığını yazmanın bir anlamı da yok bence.

İyi bir şey yazayım diye düşündüm;

Yok, Yok Yok…

Pardon haksızlık etmeyeyim; yerel olarak Petrolspor’un 9 puan farkla lider olması ve evlenecek olan gençler için düğünlerde takılacak altına sınırlama getirilmesi.

Türkiye’de iyi şeyler var mı düşündüm; maalesef yok.

Onun için yine siz değerli okuyucularımıza internet sayfalarında okuduğum güzel iki hikâye ile sizleri baş başa bırakıyorum;

***

İNSANLIK GÜZEL ŞEY

Neyzen Tevfik soğuk bir kış günü aç sefil ortada kalır.

Sığınır bir caminin şadırvanına ve bekler ki birisi onu görsün ve yardım etsin.

Fakat hava soğuk gelen giden yok.

Çaresiz kalkar yerinden ve perperişan, kalacağı yere doğru yürümeye başlar.

O dönemin en varlıklı ailelerinden birinin gencecik oğlu askerden yeni gelmiştir ve O'nu görür ve halini anlar.

Genç adam o günün en büyük parasını cebinden çıkartır, takdim edecektir ama bir sorun vardır. Karşısındaki koskoca Neyzen Tevfik’tir.

Allah'ın deli ve veli bir kulu!

Koca Neyzen'in sağı solu belli olmaz ki, bir bakarsın devlet başkanlarına kafa tutar bir bakarsın zamanın en zengin adamlarını yerin dibine sokar.

Delikanlı parayı buruşturup Neyzen'in ayaklarının dibine doğru hafifçe atar.

Sonra omzuna dokunup;

- “Efendim paranızı düşürmüşsünüz." der.

Neyzen gözleri zaten hasta, zar zor açıyor göz kapaklarını ve çocuğa bakıyor.

Anlıyor tabii ki inceliği, zerafeti.;

-Ah be çocuk, ah be evladım...

O düşen sizin pırlanta kalbinizdir.

Nezaket, insanlık ne güzel şey...

Demek ki almanın da, vermenin de bir adabı varmış.

Almanın değil vermenin zenginlik olduğunu bilenlere ve karşılıksız sevenlere gelsin selâm.

***

İSRAF ETMEYİN

Amerika'da master yaptığım yıllarda, çalıştığım üniversitenin yemek salonu açık büfe şeklindeydi.

Herkes dilediği yemekten istediği kadar alabiliyordu.

Yemekhanenin kapısında; "Take what you need. Eat what you take" (Yiyeceğin kadar al, ne aldıysan ye) diye yazmakta idi.

Bir gün aynı masada yemek yediğimiz Çinli bir arkadaşı, tabağında kalan son pirinç tanesini almaya çalışırken görünce dayanamadım; denemek için dedim ki:

"Bir pirinç tanesi için neden bu kadar uğraşıyorsun? Bırak tabakta kalsın."

Çinli arkadaşın verdiği cevap çok düşündürücüydü:

"Her Çinli bir pirinç tanesi israf etse, Çin nüfusu ile çarp bakalım, kaç ton pirinç yapar? Biz kalabalık bir ülkeyiz, israf etme lüksümüz yoktur." dedi.

Yine denemek için dedim ki:

"Şu anda Çin'de değil Amerika'dasın. Tabağında bırakacağın pirinç tanesi Çin'i değil, Amerika'yı zarara uğratacaktır?"

Bu sözlerim karşısında güldü ve şöyle dedi:

"Yaşadığım ülke olan Amerika'yı bu şekilde zarara uğratmak onurlu bir davranış olmaz."

Çinli arkadaşı bu onurlu davranışından dolayı tebrik ettim ve düşüncesini paylaştığımı söyledim.

İslam dininin bu konudaki;

"Yiyiniz içiniz, fakat israf etmeyiniz.”

“Çünkü Allah israf edenleri sevmez." buyruğunu açıkladım.

Çok hoşuna gitti.

Tam o sırada, Ürdünlü Müslüman bir arkadaş tabağındaki yemek artıklarını çöp sepetine boşalttı.

Bunu gören Çinli arkadaş Ürdün'lüyü göstererek:

"O Müslüman değil mi?” dedi.

O kadar üzüldüm ki, ne diyeceğimi bilemedim.

Prof. Dr. Saffet Solak