KÖYÜN SON EZİDİSİ HASTA…

İlk gidişimi hatırlıyorum da... Kirvem Heme, elinde dürbünle köyün girişinde karşılamıştı bizi. Zorla evine davet edip, ağırlamıştı. Köyde sadece o ve yatalak eşi vardı. Dürbün ile misafir bekleyişi, beni çok etkilemişti. Bir insan bu kadar mı misafir görmeye istekli olabilir? Eski, güzel, şatafatlı günlerden, dürbünle misafir beklediği bugüne nasıl gelmişti? Kirvem Heme’nin bu duruma nasıl geldiğini bilmiyordum ama içimde bir utancın kök saldığını hissedebiliyordum. Sonra öğrendim ki, birçok akrabası, eşi, dostu, çocukları, yaşadıkları sorunlardan ötürü göç yaşamış ve Avrupa’nın çeşitli ülkelerine yerleşmişti. Köy, kocaman bir sessizliğe bürünmüş, çocukların cıvıl cıvıl seslerine hasret kalınmıştı. İnsanların bir gün köye döneceği umuduyla yaşıyordu kalan üç beş yaşlı insan. Kirvem de bunlardan biriydi. Bu köye ilk gelişimde “bir daha geleceğim” diye kirveme söz vermiştim. Lakin bir türlü gidememiştim. Çok uzun zaman geçti. Kendimi o köyü terk eden diğer Ezidiler gibi hissetmeye başlamıştım. Ben de bir başına bırakmışım kirvemi. Nisan ayının ilk Çarşambası, malumunuz Ezidilerin kutsal bayramlarından Çarşema Sor (Kırmızı Çarşamba)’du. Dostumu ziyaret edip bayramını kutlamak istedim. Beni, Avrupa’da yaşayıp, birkaç günlüğüne köye gelen kızları karşıladı. Kısa bir bayramlaşmadan sonra dostum Heme’yi sordum. Dostun hasta, dediler. Haber verelim dediler ki kapıda belirdi kirvem. Kucaklaştık, özlem giderdik. Ayakta duracak dibi değildi. Doktora götürme teklifimi nazikçe reddetti. Kirvem ile bir kahve içerek vedalaştım ama yüreğim hep Kirvem Heme’nin, yalnız yaşadığı köyde…