MIRILDANMIYOR KİMSE

Eskiden hepimizin evinde irili ufaklı müzik setleri olurdu. Hatırlar mısınız bilemem eskiden evlerimizde iyi kötü müzik dinlenirdi.

Plak dönemini yaşamasam da hepimizin evlerinde müzik kasetleri bulunurdu.

Orijinalinden kopyasına onlarca müzik kasetimiz vardı.

İyi bir walkman edinebilmek için biriktirdiğimiz harçlıklarımız.

Pil canavarı walkman’lerin enerjisini daha tasarruflu kullanabilmek için kasetin gözüne sokup çevirmek için kalemler taşırdık.

Yazmak için bile olmasa sırf bunun için kalem taşırdık.

Karışık kasetler yapardık. Ev ziyaretlerimizde kasetler çalardık birbirimizden ama hırsızlık değil muziplik olurdu.

Hele ki askerken, haftada bir gün çıkılan çarşı izninde uğradığımız kasetçilerde yapılan anonslu karışık kasetler vardı yeri doldurulamaz bir şeydi sevgili için.

Kimisi sitem taşırdı kimisi umut kimisi hayallerimizi.

Şuh sesli bir kadın sesi ve efkar yüklü bir enstrümantal müzikle başlar kaça kaç tertip olduğu dillendirilir ve ardından “asker kardeşimiz duygularını şöyle dile getiriyor” denilerek askerin eline tutuşturduğu not okutulurdu.

Romantik, acıklı, absürd şiirler ve hasret sözleriyle bezenen girizgâhlardan oluşurdu o notlar.

Ve o anonsun peşi sıra efkâr yüklü, özlem dolu şarkılar çalardı.

Şarkıların her biri kareli metot defterinden koparılmış bir sayfaya özenle yazılmış, sıralaması da dikkatle hazırlanmış şarkıların listesi vardı birçok askerin cebinde.

Çarşı iznine çıkıldığında hazırlanacak kasetler için.

Küçük illerde askerliğini yapanlar kentin mecburiyet caddesi denen çarşısında, camında "anonslu asker kaseti doldurulur" yazısı bulunan kasetçilere girer listesini bırakır çıkardı.

Bir sonraki haftaya kadar kaset hazır olurdu.

Kaset alınıp bir iki defa dinlendikten sonra sevgiliye yollanırdı.

Küçük minik radyolar vardı sonra…

Bir anda kayboldu hepsi. Kasetler yerini CD’lere, CD’ler mp3’lere bıraktı yerini.

Mp3’ler de telefonların gazabına uğradı. Ve unuttuk artık evimizin başköşesine koyup annelerimizin üstünü dantelle örttüğü müzik setlerini, dostlarla paylaşılan ve kapışılan kasetleri unuttuk.

Müzik dinlemeyi unuttuk.

Ve Acemice şarkılar söylemeyi, mırıldanmayı bile unuttuk.

Ne kaldı geriye, baldırı çıplak erotik unsurlarla bezeli saçma sapan klipler.

Etikten ve estetikten yoksun bir ezberin müzik demeye bin şahit ister kırıntıları.

Oysa o naif sesiyle Fikret Kızılok vardı, Bülent Ortaçgil sonra, olmadı Düş Sokağı Sakinleri, Ezginin Günlüğü, Yeni Türkü, Yaşar Kurt, Zuhal Olcay. Yeni kaseti çıkıyor diye dostlar meclisinde muhabbeti dönen Sezen Aksu bile unutuldu.

Hani en eski klişelerden biridir “müzik ruhun gıdasıdır” derdik ya.

Acından öldürdük ruhumuzu.

Ne kadar güzel şey varsa sıkıp suyunu çıkardık. Geriye kalan posasını, sözüm ona akıllı bir telefona sıkıştırıp cebimizde taşıyoruz.

Bir elektronik cihazın sığ, yavan, estetik yoksunsun akılsızlığına teslim olduk hepimiz…

Sufi müziğinin önde gelen temsilcilerinden Azeri kökenli Davud Azad’ın Mevlâna’nın şiirlerini Bach müziğiyle buluşturduğu Rumi & Bach Divanı adlı albümündeki, Im the spirit moon adlı müziğe kulak verin.

Müzik dinleyin yine, eskisi gibi...