MÜLAKATIN OLDUĞU YERDE LİYAKAT OLMAZ (MI?)

Ülke olarak gündemden gündeme koşuyoruz, o kadar dinamik ve sarsıntılı süreçler art arda yaşanıyor ki herhangi bir olay bir haftadan fazla konuşulmuyor.

Eğitim camiası dışında pek kimsenin ilgisini çekmedi ama okulların kapanacağı hafta, Millî Eğitim Bakanlığına Bağlı Eğitim Kurumları Yöneticilerinin Görevlendirilmelerine İlişkin Yönetmelik yayımlandı ve bu yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren dört yılını doldurmuş bütün yöneticilerinin, yani okulların müdürleri ve müdür yardımcılarının görevleri sona erdi.

Bu rakam da ülkedeki okulların neredeyse yüzde yetmiş beşine tekabül ediyor. Okullarımızın yüzde yetmiş beşinde okul idarecileri baştan aşağı değişecek. Eski yeni müdürler ve müdür yardımcıları okullarından ayrılacak ve eski idarecilerin çoğu sınıflarda derslerine girecek.

Peki, Milli Eğitim Bakanlığı neden böyle bir değişime ihtiyaç duydu. Son yıllarda eğitim camiasında olanlar bilirler, eğitim sürecinde istediği başarıyı bir türlü yakalayamayan Bakanlık, teşkilatının yapısıyla sürekli oynamaya, taşların yerini değiştirmeye, yönetmelik ve kanunlarda değişikliğe gitmeye başladı. “Eğitim yaz-boz tahtasına döndü.” Bu klişe kendimi bildim bileli kullanılır. Ancak bu sözü ilk kullananlar Milli Eğitim Bakanlığının son dört yıldaki halini görselerdi acaba ne derlerdi? Sürekli yeni projeler, fikirler, bir birini tutmayan tasarılar, değişen mevzuat…

Birinin yaptığını diğeri bozuyor, üstelik aynı taraftan birileri. Müdür ve müdür yardımcısı atamalarında da son birkaç yılda değişiklikler yapıldı, anlaşılan Bakanlık nasıl atama yapacağına bir türlü karar veremiyordu. İlk önce Hüseyin Çelik döneminde getirilen ve objektif bir atama şekli olan yazılı sınavdan vazgeçileceği sinyalleri alındı. Anlaşılan bu objektif süreçte maalesef “Sakıncalı” kişiler de müdür olarak atanabiliyordu! Bu istenmeyen durum çözülmeli, idarenin eli istediği kadar güçlenmeliydi. Böylece kamuda malum sebeplerle başlayan “Büyük Temizlik” fırsat olarak görüldü ve düğmeye basıldı. Şimdi üst idarenin gücü sınırsız, istediğini görevlendirmek, daha doğrusu istemediğinden kurtulmak için artık bütün güç elinde.

Peki, bu yönetmelik neler getiriyor, nasıl bir sistem öngörüyor. Eski sistem çok mu iyiydi? Elbette bir kuruma amir ve yönetici olabilmek için yazılı bir sınavı geçmek yeterli değil. İnsan ilişkilerini bilmek, liderlik kabiliyeti taşımak, problem çözebilmek ve daha bir sürü yetenek gerek. Tabii ki Milli Eğitimi idare edenlerin insan seçerken bu özellikleri dikkate alması, alabilmesi okulların yönetimi ve verimliliği açısından güzel. Ancak toplumda yaygın kanı, bu değişikliklerin amacının birilerini kayırmak, birilerini koltuk sahibi yapmak, farklı siyasi tercihleri olanları elemek amacını taşıması. Çok da yersiz kaygılar değil. Milli Eğitim Bakanlığında yapılan en son Şube Müdürlüğü sınavında hükümet yanlısı sendikaya üye olmayan tek bir kişinin bile atamasının yapılmamış olması yeni getirilen atama sisteminin nasıl olacağı konusunda ipuçları veriyor.

Objektif kriterlerle yapılan müdür atamalarında kimi zaman yönetici kabiliyeti yetersiz kişiler atanabilse de daha hakça bir sistem olması, müdürlerin siyasi baskılara karşı dik durabilmesi, üst yöneticilerin haksız ve yanlı isteklerini reddedebilmesi kurumların menfaati açısından çok olumluydu. Ancak yeni atama sistemiyle birlikte her şey İl Müdürlerinin, sendika başkanlarının (ve Maalesef Parti İl Başkanlarının) iki dudağı arasında olacak. Her ne kadar yönetmelikte kıdem, eğitim durumu, öğretmenlerin ve velilerin değerlendirmesi objektifliği sağlayacak unsurlar olacak dense de söz konusu faktörler ancak yüzde elli oranında etkili olacak, asıl önemlisi sözlü sınav yani mülakat, yani torpil…

Sanki İsveç’te ya da Japonya’da yaşıyormuşuz; adam kayırmacılık, siyasi tarafgirlik, yandaşlık hiç yokmuş gibi mülakatla yönetici alıyoruz. Sözlü sınavın yani Mülakatın olduğu yerde liyakatin olmadığını toplum olarak hepimiz biliyoruz. Üst yöneticilerimizin dik durabilen, omurgalı idareciler istemediğini de biliyoruz. Eğitimin gereklerini yapan, okulda adaleti sağlayan, yasaları herkes için aynı şekilde uygulayan okul müdürlerine ihtiyacımız var. Bu toplumun böyle değerli insanlara ihtiyacı var ama Siyaset ve Siyasetçi bunları istemiyor. Tek istedikleri galiba, kendilerine oy toplayacak, parti mensubu gibi çalışacak kişiler. Ülke olarak dev bir Parti-Devlet olmaya doğru gidiyoruz.

Kimileriniz mevcut iktidardan önceki partilerin de aynı zihniyetle devlet kurumlarında muhalit idarecilerin yerine kendi yandaşlarını ikame ettiğini hatta iktidar olsun yada olmasın ordu ve yargı gibi kurumların oluşturduğu vesayetten güç alarak bunu yaptığını söyleyecektir. Katılıyorum. Fakat o iktidar partilerinin ya da iktidar olmasa dahi mevcut rejimin statükosundan cesaret alarak yapılan kadrolaşmalar, gücünü halktan alan iktidarın kadrolaşmasıyla kıyaslandığında hangisi daha fütursuz dersiniz?

Belki bu görüşlerimden dolayı beni karamsar ve muhalif olmakla suçlayabilirsiniz ancak karamsar olmak için maalesef yeterli sebep var. Seksenli yıllarda kamuya ne şekilde işçi ve memur alındığını, ne şekilde yönetici atandığını hatırlayanlar bilir. Ak Parti iktidarının ilk yıllarında getirilen sınavla yönetici atama gibi kriterler toplumun her kesiminde takdirle karşılanmıştı ama sanki eskiye bir dönüş var. Seksenli yıllarda bu işler maddi menfaat karşılığında yapılırdı şimdi ise siyasi menfaat karşılığı yapılıyor. Şimdi tek dileğimiz kağıt üzerinde iyiymiş gibi duran yeni atama yönetmeliğinin hakça uygulanması, işini iyi yapan eğitimcilere –farklı siyasi görüşte olsa bile- dokunulmaması, okulların menfaatinin düşünülmesi ve çocuklarımızın geleceği ile siyasi hesaplar uğruna oynanmaması.