SEVGİ VE MUHABBET
- 08-11-2018 19:52
- 16770
Dini mubin olan İslam'in temel prensiplerine baktığımızda sevgi ve muhabbet önemli bir yer tutar.
Sevgi ve muhabbeti; büyük, güç ve kuvvet sahibinin göstermesi gerekir.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
“Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir” (Tirmizî, Birr, 15; Ebû Dâvûd, Edeb, 66).
Dikkat edilirse sevginin saygıdan önce geldiğidir. Küçüğüne, himaye ettiğine veya idaresi altında olana karşı sevgi ve merhamet sahibi olmayanların dinen büyük bir tehditle karşı karşıya olduklarıdır.
Dinimiz İslam, imkan ve kudret sahibi olanların
Af etme, kusur örtme, yardımda bulunma konusunda teşvik ederken, intikam alma, kin gütme ve küsme yi de men etmeye çalışır.
Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ’ dan rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Müslüman, dilinden ve elinden müslümanların zarar görmediği kimsedir. Muhâcir ise, Allah’ın yasakladığı şeylerden uzak duran kimsedir.” (Buhârî, Îmân 4-5, Rikâk 26; Müslim, Îmân 64-65.)
Günümüze baktığımızda; dilin muhafazası, başkasına zararı dokunmaması ve kişilerin emin olması zor bir hal almıştır.
Görev ve sorumluluk sahibi kişilerin buna dikkat ettiklerini söylemek nerede ise imkansız bir hal almıştır.
Örnek olmaları gereken siyasilerin kullandıkları dil ise yukarıdaki hadis ile zıtlık teşkil etmektedir.
Halkın yetkisini alarak iktidar olanlar İslâmî, Kur'an'ı ve dini bildikleri halde, kendilerine rakip gördüklerine karşı merhametsiz, kaba ve intikam duyguları ile muamele etmekten, nefret dilini kullanmaktan beis görmemektedirler.
Oysa olması gereken makam sahibinin hesap vermekten korkmaması, hesap soranları korkutmamasıdır.
Hz Ebubekir (Ra)
"Yanlış yaparsam ne yaparsınız?" diye eshaba sorduğunda sahabe:
"Seni kılıcımızla düzeltiriz" dediğinde Allah hamd edip şükür secdesine gitmiştir. Olması gereken iktidarların da bu davranışı göstermesidir.
Muhalefeti susturma, tazminat davalarını açma, savcıları harekete geçirme İslâmî bir davranış değildir.
Hz. Ömer (Ra)
Cuma hutbesinde:
“Ey mü’minler beni dinleyin ve bana itaat edin” diye seslendiği zaman, ashaptan biri ayağa kalktı ve:
“Üzerindeki elbisenin hesabını vermedikçe seni dinlemiyor ve sana itaat da etmiyoruz. Çünkü ganimetten bize düşenle bir elbise yapmak imkânsızdı. Sen nasıl oluyor da elbise olabilecek kumaş alabiliyorsun” dedi.
Hz. Ömer (Ra) şükür secdesini ederek oğlu Abdullah’a:
“Ey Ömer’in oğlu kalk Allah için cevap ver” dedi. Abdullah bin Ömer, ayağa kalktı:
"Allah’a yemin ederim ki, babamın üzerindeki kumaşın yarısı benim hisseme düşen kumaştır. Babam ikimizinkini birleştirdikten sonra elbise yaptı” diyerek meseleyi izah etti.
Hazreti Ömer’in oğlunu dinleyen sahabe tekrar ayağa kalkarak:
“Ya Ömer, şimdi konuş. Hem seni dinliyor ve hem de itaat ediyoruz” dedi.
Mekke fetih edilmiş, güç ve kuvvet Peygambermiz sallallahu aleyhi ve sellem in eline geçmiştir.
Ashabına her türlü kötülüğü yapan, yurtlarından kovan, mallarına el koyan, canlara kıyan, işkenceler eden Mekke halkı şimdi hesap verme zamanıdır.
Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Mekke halkına hitaben konuşmanın sonlarında:
“–Ey Kureyş topluluğu! Şimdi benim, sizin hakkınızda ne yapacağımı sanırsınız?” diye sordu.
Kureyşliler:
“–Biz Sen’in hayır ve iyilik yapacağını umarak; «Hayır yapacaksın!» deriz. Sen, kerem ve iyilik sâhibi bir kardeşsin! Kerem ve iyilik sâhibi bir kardeş oğlusun!..” dediler.
Bunun üzerine Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Ben de Hazret-i Yûsuf’un kardeşlerine dediği gibi
«…Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yok! Allâh sizi affetsin! Şüphesiz O, merhametlilerin en merhametlisidir.» (Yûsuf, 92) diyorum. Haydi gidiniz, artık serbestsiniz!” buyurdu.
Bu din günümüze kadar bu metodla geldi