ŞİRİN BİR BAYRAM YAZISI

Efendim bugün bayram…

Aşırı sıcaklara denk gelen Ramazan ay’ı, yerini pırıl pırıl bir bayrama bıraktı diyeceğim” ama nafile…

Öyle süslü püslü sözlerle bezenmiş, şirin mi şirin bir bayram yazısı bekleyen varsa aranızda, hemen sayfayı çevirip arka sayfada bulunan haberleri okumaya başlayabilir. Zira yazımın başlığında gördüğünüz “Şirin Bir Bayram Yazısı” başlığı tamamen aldatmacadır. (buna edebiyatta kinaye sanatı da deniyor)

(demeden geçemeyeceğim) Biricik yazarınızın dürüstlük yanına da şahit olmuş oluyorsunuz böylece.

Ancak gel gör ki, içinizi sıkacak şeylerden bahsedeceğim bu bayram.

Efendim, bayram mayram dinlemiyor yürek.

Üzüldü mü üzülüveriyor işte. Buna bayram heyecanı falan da fayda etmiyor ne yapalım?

Özelde gayet durgun, dingin bir süreç yaşamama ve mutlu bir bayram yazabilecek ruh halimde olmama rağmen, genel anlamda yaşanan can sıkıcı olaylar alıp götürüyor bütün huzurumu.

Yaşananlara isyan bayrağımı çekip, alıp bavulumu, farklı gezegenlere kaçmak istiyorum inanın.

Malumunuz Rojava ve Gazze’de yaşananlar, insanın içini burkuyor, burkmayı bırak lime lime ediyor iyiye yakın bütün duyguları.

Şimdi düşünüyorum acaba İsrail’e mi kızayım, İŞİD’e mi, bu hunharca saldırılara dur demeyen (üç maymunu oynayan) bazı malum güçlere mi, Gazze’deki ölümlere üzülüp Rojava’ya yüreğini ve vicdanını kapatan yarı insan yarı yaratıklaşmış ve makineleşmiş kesimlere mi… anlayacağınız kızılacak çok şey var bu defa.

Şimdi diyeceksiniz ki boşun sinirlenme, kızsan da boş be Hatice”

Eeee doğru söze ne denir?

Lakin içine at at, nereye kadar? İyisi mi biz yazmış, siz okumuş olun efendim. Daha sonrası Allah’a kalmış…

Efendim ne diyorduk?

Rojava ve Gazze’de yaşananlardan bahsediyordum en son.

Çıkarları uğruna saldırıya geçen IŞID ve İsrail. Diğer taraftan bomba ve silahların gölgesinde yaşa(yama)yan Gazze ve Rojava’lı bebekler, anneler, genç kızlar ve babalar…

Acılar yarıştırılmaz sevgili okur…

Acının ve gözyaşının dili, dini, rengi ve ırkı olmaz…

Bir anne Gazze’de çocuğunu ölümüne ne kadar üzülüyorsa, Rojava’da bir anne de evladının ölümüne aynı şekilde üzülüyor. Bunun ölçüsü veya tartısı yapılamaz.

Lakin bunu anlayamayan vicdan yoksunu bazı kesimler, Gazze’de yaşanan acıları büyük bir feryat-figanla karşılarken, Rojava’da yaşanan katliamlara vicdanlarını kapatmışlar.

Üzülerek söylemeliyim ki, bu durumda atılan feryat-figanın samimiyeti de kalkıyor ortadan. (Batmanda da bazı kesimler bunu yapıyor. Bu tutumları devam ederse, bir sonraki yazımda onları da bir bir ifşa edeceğimi nezaketle belirtmek isterim)

Rica ederim sevgili okur, bu bir tehdit değil, uyarıdır, altını çizerim.

Zira bu tür tutumlar, bizi birbirimizden uzaklaştırıyor ve iki uç kutba dönüştürüyor.

***

Neyse efendim, siz “çenem düştü” diye sert bir uyarı yapmadan önce ben yazımın sonuç kısmına balıklama bir atlayış yapayım.

Sözün kısası, “ayrımcılık, kutuplaşma, zıtlaşma” terimlerinden ve tutumlarından uzak durun, bendeniz yazarınızı daha fazla üzmeyin.

En azından şu şirin mi şirin bayram gününde, aklınızı başınıza alın sevgili okur.

Kapınızı çalan çocuklara şeker ikram edin, konu komşularınızın kapısını çalın ve içeri girin (yanında çikolata yemeniz şartıyla) orta şeker birer kahve için, dostlarınızla buluşun, sinemaya gidin, ne bileyim, bayramın tadını çıkarın işte.

Kafanızı rahatlattığınız zaman, şu ayrımcılık konusunda yazdıklarımı düşünün bir de. Gazze’de ve Rojava’da yaşamla-ölüm arasındaki o ince çizgide korkuyla yaşama tutunmaya çalışan o küçücük çocukları, anneleri ve çocuklarının cansız bedenini taşıyan babaları, dualarınızdan eksik etmeyin… İyi bayramlar…