SÖYLEMEK LAZIM

Ne zaman normalleşeceğiz diye düşünüyorum da sanırım en az bir yüz yıl gerekecek bize. Sağdan soldan ortadan her tarafımızdan vıcık vıcık ideoloji akıyor.

Elle tutulur yanımız yok lakin olsa dahi bu vıcık vıcık ideolojiyle elinizden kayıp gider tutamazsınız.

Normal değil miyiz diyeceksiniz, maalesef değiliz.

Müziğimiz ideolojik, sinemamız ideolojik, resimlerimiz, fotoğraflarımız, giydiklerimiz, sözcüklerimiz, cümlelerimiz, şiirimiz, öykümüz muhabbetimiz ideolojik, oturun bir lokantada soğan yiyin bir dostunuzla kürdün elması diyecek ve başlayacak, siyasal muhabbete varacak. Yediğimiz içtiğimiz bile ideolojik, içtiğimiz çaydan içmediğimiz sigaraya kadar her şey ideolojik.

Giydiklerimiz, taktıklarımız, ayakkabımız gömleğimiz ceketimiz ideolojik.

Hepsini geçtim vicdanlarımız ideolojik.

Sokaklarımızda asılı duran afişlere bakın afişlerin tarzına sloganına bakın, kışın bu şehrin üstüne çöken kirli hava tabakası, yazın şehre girerken rafineriden yayılan ve burnunuzu yakan keskin petrol kokusu gibi ideoloji ve siyasal yaşam biçimi.

Bu kimin suçu diye suçlusunu aramak değil benimki.

Bundan sıkılmadınız mı siz de? Sıkılsanız bu halden tek başına çıkmak mümkün mü sanıyorsunuz. Değil hem de hiç değil.

Adres verseniz kirli bir savaşın küçük tarihçesi gibi bir metinden oluşacak adresiniz, bir halkın geçmiş belleğindeki acılardan oluşacak adresiniz.

Falanca tarihte faili meçhul cinayete kurban gitmiş bir gazetecinin adıyla başlayacak mahalle ismi, yine kaçırılıp öldürülmüş bir yazarın isminin verildiği caddede oturacak, ya da cinayete işkenceye kurban edilmiş eski bir belediye başkanının adının verildiği sokağa çıkacaksınız.

O vıcık vıcık ideolojiden kaçayım derken, o kirli savaşın acılarınızı taze tutan, kininizi bileyen nefretinizi besleyen acıların ortasında başınızı yastığa koyup uyumaya çalışacak, çocuklarınızı, gelecek nesilleri inatla dipdiri tuttuğunuz öç ve intikam duyguları içinde sevgiyle büyütmeye çalışacaksınız.

Kendini dayatan, sizi kuşatan, nefes aldırmayan, normalleşmenizi ayıplayan ideolojilerin tam ortasında çocuklarınıza nasıl bir hayat hazırladığınızın endişesini taşımıyor musunuz? Sevmeyi öğretebiliyor musunuz onlara?

Koca bir kenti hatta bölgeyi sarıp sarmalayan bu ideolojik siyasal yaşam formundan, ne zaman bir kentin ölü sokak ve caddelerinden çıkıp, yaşayan, kalbi atan, gülümseyen meydanlarında buluşacağız.

Elli yıl mı belki yüzyıl gerekiyor bize. Ama emin olun kahramanlık ve şehitlik şarkılarıyla o yüzyılı hiç bitmez bir yüzyıla dönüştürüyoruz.

Nereye dönsek ölümün, acı yüzü ve keskin kelimeleriyle bize baktığını bizi çağırdığını fark etmiyor musunuz?

Unuttuğumuz bir nimet unutmak. Enteresan bir ayrıntıdan bahsetmek istiyorum.

İnsan nedir, kelimenin kökeni nerden gelir, neye dayanır diye düşündünüz mü?

“Unutma” anlamına gelen “nisyan” ile insan kelimesinin birbirine bu kadar benzer olması tesadüf mü dersiniz.

Dilbilimcilerin büyük bir kısmı insan kelimesinin nisyan kelimesinden türetildiğini söyler. Unutmayı beceremezsek yaşamayı beceremeyiz.

Sezen Aksu’nun okuduğu Yeniliğe Doğru şarkısını dinlemişsinizdir.

Şiir Mevlana Celaleddin Rumi’ye beste Arto Tunçboyacıyan’a ait. Müslüman Mevlana yazmış, Ermeni Arto bestelemiş. Biz dinliyor ama anlamıyoruz sanırım.

….

Dünle beraber/ Gitti cancağızım/ Şimdi yeni bir şeyler/ Söylemek lazım

Ne kadar söz varsa/ Düne ait/ Şimdi yeni bir şeyler/ Söylemek lazım