YARIN ÇOK GEÇ OLABİLİR

YARIN ÇOK GEÇ OLABİLİR

   Bir zamanlar yeryüzünde nefes alıp veren kalabalık şehirler, coşkulu kalabalıklar ve yeşilin tüm tonlarıyla süslü doğa manzaraları vardı. Başka bir deyişle, yeryüzü cennetten bir parçaydı. Ancak bu güzellikler çok uzun ömürlü olamadı. İnsanların yaşama sevincini artıran bu güzellikler, insanların güç mücadelesinin kurbanı oldu. 97 yıl önce, dünyamız üzerinde korkunç bir felaket yaşandı; bu felaket insanlığın sonunu getirdi. Yeryüzünü cehenneme çeviren bu felaketin adı: “Nükleer savaş ”

   Patlak veren bu korkunç savaş, tüm güzellikleri yok etti; yeryüzünü, bir kaos ortamına çevirdi. Her tarafı kaplayan radyasyon; insanlar ve diğer canlılar için yaşam alanı olan yeryüzünü, artık canlıların yaşabileceği güvenli bir yer olmaktan çıkardı. İnsanoğlu, dünyanın radyasyon yayması ve ölümcül bir tehlike haline gelmesiyle beraber hayatlarını uzay istasyonları üzerinde sürdürmek zorunda kaldı.    

Tam da bu umutsuzluğun içinde doğan “ The 100 ” dizisi, insanlığın var olma mücadelesini etkili bir şekilde anlatır.

Dizi, 12 farklı ülkenin uydu yörüngelerinde kurduğu istasyonlarla hayatta kalmaya çalışan insanların hikayesini ele alır. Jaha başkanlığında bir hükümet kuran insanlar,  istasyonlarını birleştirme kararı alır. Birleşerek “Ark” adında ortak bir yaşam alanı oluştururlar. Ark istasyonu, distopik dünyanın gökyüzündeki son umudunun adıdır.  Ancak zamanla nüfusun artması ve kaynakların tükenmesi, insanları yeni bir çıkmaza sürükler. Ark yönetimi, suçun türüne bakılmaksızın 18 yaşın üzerindeki suçluları, kaynakların korunması için uzaya fırlatarak idam etme, 18 yaşın altında olanları ise hapisle cezalandırma ve nüfus kontrolü gibi uygulamalara başvurur.

   Ark yönetimi; umutlarını, geleceklerini yeniden keşfetmek ve insanlara yeni yaşam alanları bulmak için, yüz genç mahkumu dünyaya göndermeye karar verir. Böylece bu gençlerin cezaları affedilecek ve bunlar istasyona dünyayla ilgili bilgi verecekler. Aslında bu karar, suçlu olarak görülen gençleri, ölüme göndermekten başka bir şey değil.

   İnsanlar önce var olanı düzeni bozdular; bozulan düzen de, insanları ve insanlığı bozdu.  Kimyasal silahlarla, nükleer bombalarla dünyayı alt üst eden insanlar, kendi yaşam alanlarını yok ettiler. Kendi kaynaklarına zarar verdiler. İnsan ırkının sonunu getirdiler. Ve bozulan insanlar, hayatta kalmak için “gözümün nuru”,” yemedim yedirdim ”,” biricik yavrum ” dediği gençlerini ve çocuklarını harcayacak duruma geldiler. Bu da, insanların zor durumda kaldıklarında, ne kadar zalimleşebileceklerini gösteriyor bize.  

  Dünyaya ayak basan bu gençler, radyasyonun tehdit ettiği bir gezegende hayatta kalma mücadelesi verirler. Çünkü; dünya, eski dünya değil. Her taraf umutları tükenmiş insanlarla, vahşi yaratıklarla ve yabani topluluklarla dolu. Bu noktada, dizi; hepimize, çevre sorunlarıyla ilgili önemli bir mesaj veririr: insanoğlunun doğaya ve çevreye verdiği zararın sonucunda, tehlike saçan bir dünya yaratılmıştır. Radyasyonun izleri, doğanın tahribatı ve insanların içine düştüğü acınası durum; hepimizi, çevreye ve doğaya karşı olan sorumluluklarımız konusunda tekrar düşünmeye davet eder.

Sonuç olarak; “ The 100 ” dizisi, sadece distopik bir hikaye değil. Aynı zamanda önemli bir uyarı çağrısıdır. Buna ek olarak, geçmişte yaptığımız hataları düşünmek, çevre sorunlarına karşı sorumluluk almak ve geleceğe umutla bakmak için bir fırsattır. Etkileyici atmosferi ve güçlü kadrosuyla izleyiciyi derinden etkileyen bu harika dizi vesilesiyle, çevre dostu adımlar atmaya, doğamızı korumaya ve dünyamızı daha iyi bir yer haline getirmeye ne dersiniz? Eğer bugün harekete geçmezsek, belki de yarın tüm umutlarımızı kaybedebiliriz. Dünyamızla ilgili farkındalık kazandıran bu önemli diziyi izlemenizi tavsiye ederim.  Yazımı diziden anlamlı bir replikle noktalıyorum: Biz, yaptıklarımız ve bize yapılanlardan oluşuruz. Keyifli seyirler…