YOKSULUN SIRASINDA DURMAK
- 04-01-2015 19:30
- 4
Geçtiğimiz hafta Balıkesir’deydim. Tanık olduğum bir uygulama ve bu uygulama Batman’da olursa nasıl olacağına dair biraz lafügüzaf edesim var, bağışlayın beni.
Balıkesir merkezinde bilen ya da görenleriniz varsa Zagnos Paşa Camii var. 1461 yılında Fatih Sultan Mehmet’in vezirlerinden Zagnos Paşa tarafından yaptırılan caminin, özellikle Kurtuluş Savaşı yıllarında Mehmet Akif Ersoy’un halkı motive etmek için hutbe okuduğu, Atatürk’ün de ilk ve tek hutbesini okuduğu camii olarak, Balıkesir’in en büyük camisidir. Atatürk’ün hutbe okuması, ne alakaysa artık ona takılmadan geçiyorum.
Caminin girişinde kurulmuş tezgâhın üstündeki büyük tencerelere takılmadan, içeri girmiş namazımı kılıp çıkmıştım. Cemaatin hemen hemen hepsinin, cami çıkışında tencerelerin önüne sıra halinde dizilmesi; o da yetmedi cami dışında kadın, erkek; genç, yaşlı sırayı uzatması, zengin yoksul demeksizin bir tabak nohutlu, etli, pilav ve ayran alıp bir köşede kaşıklayarak yemesi nedendir, garip gelmişti bana.
Kardeşim garipseyerek ,bakmamdan cesaretle onun gibi düşündüğümü anlamış olacak ki, “Bizim orda olsa biz dahil insanlar, şu sıraya girmekten ve şu nohutlu pilavdan yemekten utanırız” deyince. Haklısın, utanırız, dedim.
Oysaki vefat eden bir yakını için hayır niyetine, bir Müslüman’ın dağıttığı yemekten yemenin, nesi ayıp olabilirdi ki? O insanın hayrına ulaşmasına vesile olmaktan daha güzel ne olabilirdi? Kardeşime sordum, bunun sıklıkla yapılan bir uygulama olduğunu söyledi. Ve kimse çekinmiyor utanmıyor bu tabaktan bir tane alıp yemeyi, ya da kimse kimseyi ayıplamıyor. Kadın erkek, çoluk çocuk girebiliyor sıraya, gençler elinde sevgilisiyle durabiliyor sırada. O kadar hoşuma gitti ki biz de olsa, camii girişinde kandilde lokma dağıtan, aşure dağıtan insan haber konusu olur. Hatta daha da ötesi dağıtanın kendi, kendini gazetelere servis eder haber konusu ettirir.
Bizim ise o yemekten yememek için onlarca gerekçemiz vardır. Kimimiz beleşçi diye ayıplanmaktan çekiniriz, kimimiz ihtiyaç sahibi yesin diye geri dururuz, kimimiz sıraya girmeyi kendimize yediremeyiz, kimimiz o yemeğin sadece camiden çıkanların hakkı olduğunu düşünürüz, kimimiz başımızın açık olmasından utanırız, kimimiz yanındaki kız arkadaşının olmasından geri durur vs.
Özetle o sıraya girmeyi sadece yoksullara layık görürüz ve o sırada görünüyor olmaktan öyle ya da böyle geri dururuz.
HARAMI HARAMLA TELAFİ ETMEK
Kaçak elektrik kullanmak haramdır. Muhakkak ki haramdır fakat kurumun da kontrol edemediği, kaçırılmasını engellemediği elektrik tutarını hakkıyla alandan tahsil etmeye çalışması da haramdır. Beceriksizliğini vatandaşa fatura etmesi de haramdır.
Kurum ya sizi fitne fesada ispiyonculuğa zorlayacak ya da bunu yapmadığınız da kaçak elektriğini, tutarını sizin faturanıza ekleyecek. Ne zaman elektrik kesilse, elektrik dağıtım kurumunun ilk bahanesi haline gelen kaçak elektrik mevzusu ile ilgili müftülük açıklama yapınca aklıma geldi.
Kaçak kullanımıyla ilgili hala duymayanlarınız var mı, bilmem ama Yargıtay faturalarımıza yansıtılan kayıp kaçak başta olmak üzere 5 kalemde, kurumun yaptığı tahsilatı haksız bularak tüketiciye iadesine karar verdi. Yani anlayacağınız elektrik dağıtım kurumları kendisinden çalınanı bizden çalarak, telafi etmeye çalışıyor. Bunu kuralına uydurmak işin adını hırsızlık olmaktan çıkarmaz elbette.
Hatta öyle ki bu haksız tahsilat faturalarımızın %21 oranı kadar ciddi bir meblağmış. Yargıtay’ın kararına gerekçe ise daha önce benim de dillendirdiğim gibi, elektrik kaybını önleme ve hırsızlıkları engelleme veya hırsızı takip edip bedeli ondan tahsil etme görevi bizzat kurumun görevidir.
Geriye dönük 10 yılın, sizden çalınanı geri almak için tüketici hakem heyetine başvurabilirsiniz. Yüzde 21 hiç de az bir para değil derim.