- 07-04-2021 17:50
- 5900
Hangi birimiz balatayı sıyırmaktan korunabiliyoruz.
Hep o eşikteyiz.
Delirmemek elde değil, çıldırmak, freni patlamış gibi zıvanadan çıkmak ve o sinirle önümüze katıp herkesi bir yerlere toslamak o kadar kolay ki.
Böyle zamanlarda “acil kaçış rampalarına” ihtiyaç duyduğum çok oluyor.
Çok değil henüz iki ay bile olmadı ünlü Psikolog Doğan Cüceloğlu’nu kaybedeli.
Cüceloğlu, ‘Yeniden İnsan İnsana’ adlı kitabında toplum içerisinde bireylerin ilişki ve iletişimleriyle ilgili fikir sahibi olmak isterseniz, trafiğe bakın diye yazmış. Haksız da değil.
Bütün bir toplum olarak, her birimiz maalesef balatayı sıyırmak üzereyiz ki bu da bizi devamlı bir kazanın eşiğine ya da içine itiyor. Acil kaçış rampalarına ihtiyacımız var.
Yakın zamanda yaptığım yolculuklarımdan birinde karayolunda gözüme ilişen ve ne olduğu konusunda o zaman fikir sahibi olmadığım “acil kaçış rampası” nedir biliyor musunuz?
Ben de yeni öğrendim. Küçük bir araştırmanın sonucunda ulaştığım bilgi şunu söylüyor:
“Acil Kaçış Rampası, freni patlayan veya fren sistemi işlevsiz hale gelen aracın, belirli yükseklikte agrega/mıcır dolu, agrega havuzu denilen genellikle eğimli ve belirli bir uzunluktaki rampa veya düz havuza saplanıp durdurulması amacıyla tasarlanmış bir alternatif yoldur. Birçok ülkede konumun topoğrafik yapısına göre çeşitli acil kaçış rampaları yapılmış ve her bir rampa sayesinde çok sayıda kaza önlenebilmiştir.”
Balatayı sıyırıp freni patlattığımızda kaçıp duracağımız ve sakinleşip soluk alabileceğimiz, başta kendimizi, kimseyi incitip kırmak zorunda kalmayacağımız acil kaçış rampaları gerek her birimize.
Sosyal açıdan ne kadar habis ur varsa her bir çeşidiyle yaşamaya başladık. Birilerinin, menfaat ve çıkarlarını beslemek için üstümüze serptiği, kin, düşmanlık, nefret, çatışma, savaş hepsi var.
Ben buna teslim olmayacağım deyip direndikçe ve her an frene abanıp durdukça, balatayı sıyırmak kaçınılmaz oluyor. İşte o zaman freni patlamış bir ağır vasıta gibi, önünüzde, arkanızda, yanınızda kim varsa, en başta en çok sevdiklerinizi, hepsini kendinizle beraber önünüze katıp yaralamaya öldürmeye başlıyorsunuz.
Bu kazalardan kendimizi ve sevdiklerimizi koruyabilmek için acil kaçış rampalarına ihtiyacımız var. Farklı bir yer, zemin, mekana kaçıp durmaya ve balataları soğutmaya ihtiyacımız var.
Hani eskilerimizin “tebdili mekanda ferahlık var” dedikleri gibi.
Dijital çağın bütün gürültü ve lüzumsuzluklarından zihnimizi boşaltıp arınabileceğimiz arı bir tabiatın ana kucağına sığınmak belki.
Hani fabrika bölgelerinde, yol kenarına asılı tabelalar vardır; Devamlı Yük Var.
Neredeyse hepimiz o cümleyi sırtımıza yazar olduk.
Nefese susadık, soluklanacak bir yerimiz kaldı mı? Var da uzunca zamandır ihmal ettik hiç uğramadık sanki.
Belki de içimizi döküp yükümüzü bırakabileceğiniz bir sanattır çözüm.
Bir kitapçıda bir kitabın arasına saklanmak ya da.
Olmadı herkes uyurken balkona çıkıp iyi bir müzik dinlemek.
Daha da güzeli sevdiğinizin gözlerinin içine bakmak.
Hakketen en son ne zaman baktınız o gözlerden içerilere?