BORDERLİNE ŞİZOFREN BİR DOKTORLA UZUN YILLAR

Şizoid’in birincil sürecinde gözyaşları,

kahkahalar, çığlıklar,    

ve anksiyete nöbetlerinde hem canlı,

hem de ölü gibiydi adeta

 

Mesai saatinin bitimine çok az kala beyaz doktor önlüğünü çıkarmış, sivil olarak sık sık odama gelir:

-Müdür Bey, iki bilet aldım birlikte “Atlantis’in kalbi” filmine gideceğiz, umarım hayır demezsin bana, derdi.

Kontrolsüz bir güç beni adeta ona yiter ve ben ona hiç karşı gelmezdim. Onun her dediğini yapmak beni de mutlu ederdi.

Ben onun seçeneği olmayan seçeneği olmuştum. Bana karşı konuşma ve davranışlarında hiç perdeleme ve kilitlenme olmazdı.

Doktora hanımla; gerek hastanede ve gerekse hastane dışında arkadaşlığımız veya asla adlandırılmayan ilişkimiz uzun yıllar sürdü.

Bir kış günü evinde ben onu İngilizce çalıştırıyorken, bir-den bire dersi bırakıp “sana bir itirafta bulunmak istiyorum” dedi ve ekledi: “Mehmet bey! Ben bir borderline şizofrenim dedi. Bu yüzden sana zarar vermeye kalkışırsam bil ki bu hastalığımın bir eseridir. Sana asla kıyamam, kendini benden korumaya öğrenirsen sevinirim” demişti.

Yaşlı ve dolu dolu gözleri hiçbir şeyi ya da çok ama çok şey ifade ediyordu, anlayabilen biri için.

Onunla geçen uzun yıllarda ve sonucunda kişisel ve teorik, pratik olarak yüreğim “Anılar Mezarlığı”na dönüştü.

O yıllarda bende yazar kilitlenmesi oluştu, istesem de yazamıyordum.

Onunla ilgili bende oluşan klinik olmayan izlenimleri, sıkıştırılan hayatlar, metafor kullanma, olmayan kendilik duygusu ya da Role Bürünme-Rolden Sıyrılma izleri taşıyordu apaçık olarak.

Çoğu zaman da kişiler arası ilişkileri çarpıtma, rüya yaşamından mahrem düşüncelere kadar olumlu, olumsuz geri bildirimi olmayan aktarımlar oluşuyordu.

Ben bunları apaçık görüyor, izliyor, ancak onu nasıl frenleyebilir, nasıl mutlu edebilir, acı çekme, iniltilerine ne şekilde nihayet verebilir noktasında oldukça bilgisiz ve çaresiz kalıyordum.

Sivil biri, doktor olmayan biri olduğuma bir türlü alışamadı. Benden alkış veya eleştiri, tanım ve görüş istiyordu.

Doktor olmayan ben, hasta üstelik de özellikli ve nitelikli bir hastalığa yakalan doktor bir bayana saf ve temiz duygularımdan, şiirlerimden, zamanımdan başka da verebilecek bir şeyim yoktu.

Zaten onları da bolca veriyordum. Yeter ki anksiyete nöbetlerini en az zararla atlatsın istiyordum. Kimi zaman bana rağmen “duygusal farkındalık” hissini kaybediyor.

“Bu hayat bana metalik bir tat veriyor, iyi ki varsın Mehmet! Daima benimlesin, yanımdasın, güven veriyorsun, ama benim değilsin oldukça uzaksın, ya da çok yakınsın, seni çok seviyorum, ama bir dumansın, bir hayalsin, siyah beyaz, sisli puslu bir rüyasın” diyordu.

Hiç ama hiçbir anlam veremiyordum bu deyişlerine. içgörü, itiraf ve onay konusunda çok şeffaftı.

Birlikte nereye gidersek gidelim psikodrama’larını da yanına alırdı. Kafaya taktım.

Zoru seven inat bir kişiliğe sahiptim. Bir çok terapi kitapları okudum.

Amatörce “psikyatri” kitapları aldım. Analitik ekolü, karşı aktarım, varoluşçu analist, bireysel terapi, ego sınırları ve şu an aklıma gelmeyen bir çok ruh bilimi ile bilimcisi konusunda kendimce yol kaydetmiştim.

Her şeye rağmen duygu ve hislerinin arka perdesinde var olan o kalıcı ve korkunç klişelere bir türlü erişemiyordum. Bu beni üzüyordu. Çünkü zaman düşmandı (the time was enemy for her.)

Klinik olmayan izlenimlerin ile yüzleştirme teknikleri bilgilerin bana yazmış olduğun o edebi, o duygusal şiirlerini, sözel tasvirlerle; yüz ifaden, mutluluğun, mutsuzluğun bana canlı bir şifa dosyası niteliği vermiş olsa bile ki fazlasını bile verdi.

Bilmelisin ki “my golden boy” borderline şizofrenler asla iyileşmezler, kim bilir belki de iyileşmek istemezler.

Durup dururken gözleri yaşlı ve kapalı, kendisine doğum gününde yazmış olduğum aşağıdaki şiirimi okudu bana. Şiir bittince beni öpücüklere boğdu.

 

Ay farkına varmadan,

Gönül penceremden, izinsiz gir içeri.

Uykusuz gözlerimi, ıslak gözlerimi,

Sevgiyle öpücüklerle,

Dizinde uyut öyle bir uyut ki,

Bir daha da uyanmak,

Asla ama asla uyanmak,

Mümkün olmasın, canım sevgilim,

Biricik hastam ve doktorum…

11-10-1991 ŞİŞLİ ETFAL HASTANESİ

 

Günlerden bir gün evindeydik yine. Bana o mahşer planını anlattı ve gerçekleştirdi.

Bunca çaba ve emeğine rağmen intihar etmek galiba bana yakışmayacak.

O halde çareyi çaresizlikte bulup, Anadolu’nun en ücra bir köşesine çekilip gideceğim.

Bu çok ansızın olacak. Gittiğim yeri kimseler bilmeyecek, aradığınızda beni bulamayacaksınız. Dr. Nurcihan, Menekşe ve Mihriban Hanımlar, en yakın meslektaşları, odama gelip “Kaç gündür doktor hanımı göremiyoruz, sen nerede olduğunu biliyor musun?” diye sordular.

Onlara, onun mahşer planını anlattım. Kafalarını sallayıp beni onayladılar.

Teşekkür edip odamdan çıktılar. Kapım açık kalmıştı. Gözlerim duvardaki saate ilişti.

Mesai bitmek üzereydi.

Şartlı refleks depreşti ruhumda, sanki hemen içeri gelecek gibi açık duran kapıya bakıyordum, kendimi bile bile aldatarak çalmakta olan telefona bakmak istemedim.

Arabaya doğru gittim. Çalıştırıp hastaneden çıktım. Bir yola koyuldum gidiyordum ama nereye, kime bilmeden.

Demiştim ya kalbim anılar mezarlığına dönüştü siyah-beyaz resimlerde kaldı her şey.

Onu özlüyorum, onu seviyorum, ama O yok, belki de hiç olmayacak bir daha.

İlk hastamı hayatsal olarak kaybetmeden, fiziksel olarak onu çoktan kaybetmiştim. Kayıplar bulunsaydı… Ah bulunabilseydi…

Anladım ki ilaçlara, terapilere, sevgilere rağmen çok şey kaybedilebiliyormuş.

Kalın sağlık ve sevgiyle siz saygın Batman Sonsöz Gazetesi.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ