- 24-01-2019 18:02
- 16168
İslâm alemi; manevî bir hastalık ve burhan içinde olduğu bir gerçektir.
Bu hastalığın boyutu öyle büyüktür ki; yalan, faiz, cinayet, zina, kumar, adaletsizlik ve daha nice büyük günahlar olağan hale gelmiştir.
İman kalesini tehlikeye sokacak ahlakı çöküntü artarak devam etmektedir.
Güven, itibar, doğruluk ve daha nice İslam'ın güzellikleri sırra kadem basmış aranır hâle gelmişlerdir.
Müslümanların yaşadığı topraklarda; silahlar patlamakta, uçaklar bombalamakta, kadınlar dul, çocuklar yetim kalmaktadır.
Hapishaneler dolmuş, ülkesini terk eden, denizlerde boğulan, Avrupa'nın insafına sığınanlar gün geçtikçe artmaktadır.
Ne oldu bize?
Çaresi nedir?
Soruları kafalarımızı karıştırmakta ve bizi ümitsizliğe sevk etmektedir.
Oysa Müslüman ümitsiz olmamalıdır.
İmtihan dünyasında olduğumuzu, olanların imtihanın bir gereği ve takdiri ilahi olduğunu unutmayalım.
Yüce Allah Bakara suresi 155. ayette;
And olsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele!(Diy. Meal.)
İslam aleminin Haçlı seferleri, birinci ve ikinci dünya savaşları neticesinde çok şey kayıp etmiştir.
Bediüzzaman: "Birden o halette iken, baktım ki mühim bir zât bana âmirane diyor ki: -İ'caz-ı Kur'anı beyan et. Uyandım, anladım ki: Bir büyük infilâk olacak. O infilâk ve inkılabdan sonra, Kur'an etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur'an, kendi kendini müdafaa edecek. Ve Kur'ana hücum edilecek; i'cazı, onun çelik bir zırhı olacak."(Tar. Hayat)
Hastalığı teşhis edip tedavi reçetesini yazan Bediüzzaman, maalesef kadr-i kimeti bilinmedi, reçetesi uygulanmadı.
Kur'an'a ve sünnete sarılma yerine, dünya menfaati ve maslahatı için bunlar terk edildi.
Çare nedir diye sorarsanız; Kur'an ve sünnete dönmek, Risale-i nurları okullarda ders olarak okutmaktır derim.
Ebu Hüreyre’den nakledildiğine göre Peygamberimiz (asv) şöyle buyurdu:
“Size iki şey bırakıyorum. (Bunlara tutunursanız) asla delalete düşmezsiniz: Allah’ın kitabı ve sünnetim. Bu ikisi (kıyamette) havza kadar ayrılmadan beraberce geleceklerdir.”(Hâkim,1/93).
Oysa her müslümanın arzusu ve isteği bu olduğu halde neden dualar kabul olmuyor ve sıkıntıları giderilmiyor?
Sorusuna yine en güzel cevabı Bediüzzaman vermiş ve:
"Bu asrın acib hâssasındandır ki: Elması elmas bildiği halde, camı ona tercih eder. Bu asırdaki ehl-i imanın fevkalâde safderûnluğu ve dehşetli cânileri âlîcenabane afvetmesi; ve bir tek haseneyi ve binler seyyiatı işleyen ve binler manevî ve maddî hukuk-u ibadı mahveden adamdan görse, ona bir nevi tarafdar çıkmasıdır. Bu suretle ekall-i kalil olan ehl-i dalalet ve tuğyan; safdil tarafdar ile ekseriyet teşkil ederek, ekseriyetin hatasına terettüb eden musibet-i âmmenin devamına ve idamesine belki teşdidine kader-i İlahîye fetva verirler; biz buna müstehakız derler."
(Sikke-i Tasdik-i Gaybi)
Müslüman feraset sahibi olmalıdır.
Kur'an ve sünnete sarılmalıdır.