- 22-07-2018 20:20
- 17390
Bir toplumu ıslah etmenin de ifsad etmenin de yolu, camilerden ve imamlardan geçer.
İslam toplumu olduğumuz için cami ve imam tabirini kullandım.
Diğer dinlere mensup toplumlarda da kendi din adamları ve ibadetgâhları aynı işlevi görür.
Sömürmeye, asimile etmeye, yok etmeye, maşa olarak kullanmaya başlamanın ilk adımı, insanları din ve kültürlerinden uzaklaştırmaktır.
Uzaklaştı mı içi boş olur, kullanılması da buruşturulup atılması da çok kolay ve hoş olur!
Ceddimiz, fethettiği hiçbir yerde, insanları din ve kültürlerinden koparmamıştır.
Kendi dinini anlatıp, davetini yapmıştır, uyan uymuş, uymayana da dinini yaşayacağı özgürlük alanları oluşturmuştur.
Bunun için 600 yıl boyunca her din ve kültüre mensup millet, huzur ve barış içerisinde yaşamıştır.
Osmanlının son döneminde karışıklıkların baş göstermesinin baş sebeplerinden biri de bu sistemin bazı müdahalelerle bozulmasıydı.
Cumhuriyetin kurulmasından çok kısa bir süre sonra maalesef, cami ve dini ilimlerin öğretildiği bazı kurumlar işlevsiz hale getirilmiş, birçok din adamı darağaçlarına gönderilmişti.
Bunun sonucunda yüzyıllardır dünyaya hükmeden ve korku salan bir imparatorluk, gençliğinin çıplaklığıyla övünen, düşmanının giyimiyle kuşandığına sevinen, kendisini parçalayanların kanunlarıyla yönetilmeyi medeniyet sayan bir devlete dönüşmüştür.
Bu dönüşüm sürecinin önünde ki en büyük engel, din adamları ve din evleriydi.
Bunun için de en büyük tahribatı onlar almıştır.
Ama buna rağmen, dik duran ender şahsiyetler sayesinde, bu toplum, bu güne kadar gelebilmeyi başarmıştır.
Diyanet her ne kadar dini bir kuruluş olsa da laik bir sistemin din anlayışını yansıttığı için İslam’ın temel kurallarını uygulama noktasında ciddi sıkıntılar yaşamıştır.
Medrese, tekke ve zaviyeler kanunla kapatıldığı ve bu kanuna muhalefet edenler asıldığı, camilere devletin memurları atandığı, harf inkılâbı ile bir gecede nüfusun neredeyse % 90 ı cahil bırakıldığı için yeni neslin yetiştirilmesinde ciddi sıkıntılar yaşanmıştır.
Her şeye rağmen, doğu illerimizde bu sistem birilerinin tabiriyle “merdiven altı” da olsa devam etmiştir.
İnsanlar, dinlerini ve kitaplarını bir şekilde cami ve medreselerde öğrenmişlerdir.
Bu tedrisattan geçenlerde, toplumun sigortası olmuşlardır.
Malumunuz, doksanlı yıllara kadar, ülkenin namus abidesi, dürüstlük göstergesi, mertlik skalası hep doğudan, doğulu insanlardan başlardı.
Bazı güç odakları, elbirliğiyle Kürt çocuklarını camiden, dinden ve kültüründen uzaklaştırarak bu tabloyu tersine çevirdi. Bunda devletin katkısını da yok sayamayız tabi.
***
Ne oldu sonra,
Namus abidesi olan Kürtlerin çocuklarının ismi, büyük şehirlerde kirli işlerle anılmaya başladı.
Dürüstlüğün kitabını yazanların torunları, kapkaç ve uyuşturucu çetelerine meze oldu.
Delikanlılığıyla tarihe not düşenlerin çocukları, eşcinselliği savunur hale geldi…
Maalesef bunların hepsi biz camiden, dinden, din adamlarından koptuktan sonra oldu.
O dönemi tartışırsak bir kitap çıkar ortaya.
Bugünü konuşalım.
Ortam bu kadar rahat ve müsaitken, hala bizi camiden uzak tutanlar, vatan hainidir!
Toplum bu kadar hızlı bir şekilde uçuruma doğru giderken, tüm imamların, anne ve babaların çocuklarını camiye doğru kanalize etmesi gerekir.
Bu konuda diyanetin de ciddi çabaları söz konusu. Ama ailelerin ve din adamlarının bu konu da ciddi manada inisiyatif alması gerekir.
Çocuk, bu bozuk sistem de tahrip olduktan sonra, camiye dönmesi çok zordur.
Kirlenmeden önce getirmek, tanıştırmak, sevdirmek gerekir.
Bunun için çalışmak, uğraşmak, gerekirse kavga etmek gerekir.
Başta aileler ve din adamları olmak üzere herkesin üzerine düşeni yapması gerekir.
Ben kendi çapımda bunu yapmaya çalışıyorum, çocuklarımı yanıma alıp sürekli farklı camilere götürüyorum, çoğunda da çok ilginç diyaloglar yaşıyorum.
Sonuncusunu anlatayım:
Batman’ın kenar mahallelerinden bir camiye gittim. Vakit ikindi namazını geçmişti.
Camiye girdim, abdest için abdesthaneye yönelirken, 9 yaşındaki oğlum “baba terlemekten abdest bozulur mu” diye sordu.
Ben hayır deyince, “biz namaz kılıyoruz o zaman” deyip kardeşiyle birlikte camiye doğru yöneldiler.
Camiye girmeleriyle, sert bir ses duymam bir oldu. Ben içerden mi dışardan mı geldi diye tereddüt yaşarken, çocuklarım dışarı çıktı. Ben ne olduğunu anlamaya çalışırken, içerden çok sert bir ses tonu geldi. Kapıyı kapatın tarzında bir şeyler söylüyordu.
Ben çocuklara ne oldu dedim, çocuklar bir şey olmadı dediler. Ürkmüş sinmişlerdi. Abdestimi bitirmeden içeri girdim. Camii imamı mihrapta oturmuş Kuran okuyordu.
Hayırdır, çocuklar bir şey mi yaptı dedim, hayır dedi.
Hayırdır dedim, çocuklar senin mi dedi. Evet deyince bilmiyordum dedi. Bilmediğin veya babası başında olmayan her çocuğu camiden kovuyor musun dedim.
Başladı camiye gelip yaramazlık yapan ve çevreye zarar verenleri anlatmaya.
Sonra da “ben vahiy mi alıyorum, nereden bileyim babasının burada olduğunu” dedi.
Ben de vahiy mi aldın ki çocuğu kovuyorsun. Nereden biliyorsun yaramazlık yapacağını, dedim.
Önce kendini savundu, sonra çocuklar için cami cemaatiyle defalarca kavga ettiğini onlara kurban olduğunu falan anlattı.
Ben de ona yaramazlık için gelse bile çocuğu kazanmanız gerekir dedim. Hatta camiye taş atana bile çikolata, şeker, balon ver ki camiyi sahiplensinler, sevsinler. Sen namaz kılmaya gelenlere bile bu şekilde muamele çekersen, yarın bu camilerde namaz kılacak, bu toplumda sigorta görevi görecek nesilleri maalesef bulamazsın dedim.
Yaramazlık için gelen her 100 çocuktan birini kazansan, belki bir cami, belki bir mahalle belki bir şehri kazanırsın dedim.
Ama maalesef, Peygamber varisi olarak görünen, ilmi, dini, diyaneti benden çok daha iyi bilen hoca, namaz kılacak çocuğu camiden kovdu.
O travma o çocuğa ne kadar etki etti bilmiyorum.
Camiyi sevmeye gelen kaç tane çocuk kovuldu onu da bilmiyorum.
Ama bu toplumun bu zihniyet yüzünden bozulduğunu çok iyi biliyorum.
Diyanetin son dönemki çabalarını ve çocuk camii temalı çalışmalarını takdir ediyorum.
Ama bir eksik var galiba.
Bu imamların Peygamberimizin hayatını, caminin ve din adamının fonksiyonlarını ve cami, çocuk, Peygamber ilişkisini tekrar okumaları gerektiği kanaatindeyim.