- 25-05-2016 22:25
- 88
Efendim, wallahi yoğun stresli günler yaşıyorum.
Bu stresle klavye başına geçip öfke dolu yazılar yazmayayım diye zor tutuyorum kendimi ama nafile…
İlla ki bir duygu patlaması oluşup, klavye başında buluyorum kendimi.
Gazetemizin dünkü sayısında koca bir eksiklik vardı, mutlaka fark etmişsinizdir.
Nitekim gazetemizin 2. sayfasını başyazarımızın makalesi yerine iki haberle kapatmak zorunda kaldık ilk defa.
“Sonsöz’den” mahlası ile her gün yorumlarını kaleme alan başyazarımız, yazmanın da ötesine geçip hastalanarak gösterdi üzüntüsünü.
Hemen hemen her gün yazılarında barıştan, umuttan, huzurdan, çözümden, uzlaşmadan, adaletten bahsetmesine karşı savaşla, ölümle, kirli siyasetle, umutsuzluk ve hayal kırıklığı ile karşılaşmak, bünyesine ağır gelmiş olmalı ki apar topar hastaneye kaldırıldı.
Ruhuna ağır gelen duyguları “Tren Manzaralı Gazete” başlıklı yazısında derinden derine hissettirmişti oysa.
“Trenin yükü cephanelik, tank ve top olmasa, barış olsa keşke…”
“Elbette trenin yükü bir gün barış olur diye umutla bekliyoruz”
“Umutsuzluğa düştüğümüz günlerde bu tren neden bizi de alıp götürmez? diye hayıflanırız” cümlelerini okurken umutsuzluğa ne kadar yakın olduğunu hissetmiştim ister istemez.
Dün, saat 15.00’e kadar makalesini atmasını beklerken, sonunda dayanamayıp “sayın başyazarımız, makaleniz…” mesajını gönderdim kendisine.
Hastaneye kaldırıldığını duyunca kendi içimde koyduğum tek teşhis “duygu yoğunluğu ve ağırlığı” idi…
Bunu farklı hastalıklarla dışarı atmış olabilir ama asıl sebebin bu olduğunu çok ama çok iyi biliyorum.
O ki bir sigara izmaritini yere atarsa bunun doğaya nasıl zarar vereceğini düşünüp çöp kutusu bulana kadar izmariti cebinde saklayan biri…
Kapısına gelen kekliği doğaya salmak için kilometrelerce yol gidip gökyüzünde kuşun kanat çırpışlarını izleyen biri…
Bu kirli savaşta her gün onlarca insan-dalından kopan bir yaprak gibi-toprağa düşerken, “canlarımızla birlikte yaşama umudumuz, hayallerimiz, sevinçlerimiz de ölüyor” diyen biri…
Yaşanan bunca acı ve ölüm karşısında hissettikleri, yazdıklarından bile daha ağırdır eminim.
Bundandır ki ruhen ayakta durmaya çalışmışsa da ayakları taşıyamamış artık bedenini.
Şu anda düne göre daha iyi ama biliyorum bu acılar sona ermedikçe hiçbir zaman kendini iyi hissetmeyecek.
Yok efendim yok… Nazım da yanıldı bu defa. Zira güzel günler göreceğimiz falan yok bizim…
Bahsettiği o güneşli günler de artık çoook uzaklarda…
Demem o ki, bu memleket adamı hasta eder…
Zira dibine kadar dert dolu, tasa dolu…
Sabahı da yok gecesi de yok, burada bütün saatler hep karanlık…
Uyandığınız andan itibaren gölge gibi takip ediyor sizi kaygılarınız.
Yürürken yanınızdadır hayal kırıklıklarınız.
Çalışırken, otururken, evde, işyerinde, sokakta, okulda, yemek yerken, hatta eğlendiğinizi sanarken, her yerde ve her dakika yanı başınızdadır mutsuzluk.
Başınızı koyduğunuz yastık bile dert kokuludur…
Gel de hasta olma bunca keder arasında? Ne diyeyim, sonumuz hayrola...