- 10-10-2018 20:49
- 16314
Çalışan bir İmam-Hatip olarak, 2000’nin ilk yıllarında Bedi-ü zaman’ın Van mevlidine gitmiştim. Orada tanıştığım Yeni Asya gazetesinden Mehmet Kutlular abı elimi tutarak “Hocam Risale-i nuru en fazla sizin bilmeniz, öğrenmeniz ve sahip çıkmanız gerekir…” demişti.
Emekli imam olduktan yıllar sonra ilk kez müftülük tarafından bir etkinliğe davet edilmiştim. Hatırlanmak yıllar sonra da olsa güzel bir duygu idi.
Bu duyguyu yaşamak eski çalışma arkadaşlarımı görmek için, Diyarbakır il müftülüğünün Hz. Ali Cami konferansa salonundaki Din görevlileri ve Camiler haftası programına katıldım.
İl müftüsü Sayın Yavuz Selim Karabayır ve konuşmacı Sn. Doç. Dr. Şaban Karasakal mükemmel konuşmalarında, “imam’ın Öneminin Cami ve cemaatten daha önde…”, “fedakârlık gerektiren bir meslek…”, “haftanın 7gün ve 24 saat mesailerinin” olduğunu, günün mana ve önemini salonda bulunan dinleyicilere detaylı biçimde anlattılar.
Her şeyi ile hoş ve güzeldi bir toplantı idi. Ancak benim dikkatimi “Camiye gelen cemaatin azalması, gençler arasındaki dinden uzaklaşma ve ahlaki çöküntünün artığı” hakikatini dile getirmeleri idi.
Daha önceki bir tarihte ilçe Milli Eğitimi Müdürü ziyaretimde de, yetkilinin; “İmam Hatiplere tercihlerin çok az olması, okullara öğrenci bulmada sıkıntı çektiklerini, milli ve manevi bozukluğun giderek arttığı” söylemesi.
Yine İHL ziyaretimde de bir okul müdürünün “Hanı o eski öğrenciler, idealist, ahlaklı, milli ve manevi değerlere önem öğrenciler nerede? Ah be hocam eski İHL lileri mumla arıyoruz? Ne oldu/oluyor?” demesi.
Bir öğrenciye, ilin fiziki ve eğitim şartları en iyi oklulardan biri olan İHL fen lisesine tercih etmesini istediğimde bana “Hocam dışarıda görüldüğü ve sizin döneminizdeki İHL benzemiyorlar.” Olumsuzlukları söylemesi.
Benim gördüğüm, başını örtüp tesettüre riayet etmeyen, namaz kılıp yalan söyleyen, hacca gidip kul hakkını yiyen, yeni bir ahlak ve din anlayışını varlığı.
Mehmet Kutlular abının bana söylediklerini üzerinde on yıldan fazladır geçmesine rağmen ne kadarda haklı bir tespit olduğu idi.
Konferansta konuşmacı, eski dönemlerdeki Kur’an eğitiminin zorlukları, Ezanın Türkçe okunması, kolluk küvetlerinin hocalar ve din üzerindeki baskılarını; “Günümüzde bu kadar imkânlara rağmen…” ahlaki çöküntü, milli ve manevi değerlere önem verilmemesi yani manevi hastalığın arttığı gerçeği idi.
Bilinen hastalığın tedavi edilmesi için alınan tedbirlerin fayda etmediği ve hastalığın giderek artığı bir gerçekti. Demek ki tedavi yöntemi yanlış olduğudur.
Oysa yıllar önce Ustad Bedi-ü hastalığı bilmiş tedavi için uygun reçeteyi risale-i nur külliyatında yazmıştı.
Ustad bediü-zaman: “Bilirsiniz ki, eğer delalet cehaletten gelirse, izalesi kolaydır. Fakat dalalet fenden ve ilimden gelse, izalesi müşküldür. Eski zamanda ikincisi binde bir bulunuyordu. Bulunanlarda binde biri irşadla yola gelebiliyordu.”(Metubat 5 mektup)
“Madem hakikat böyledir. Ben tahmin ediyorum ki, eğer Şeyh Abdülkadir Geylanı(r.a.) ve Şah-ı Nakşebendi(r.a.) ve İmam-ı Rabbani (r.a.) gibi zatlar bu zamanda olsaydılar, bütün himmetlerini, hakaik-i imaniyenin ve akaid-i İslamiyenin takviyesine sarf edeceklerdi.” (mektubat beşinci mektup)
Şu bir gerçektir ki günümüzde eski klasik metotlarla İslam’ı yeni nesillere anlatmak doğru olsa da yeterli olmadığı gerçeğidir. Allah’a inanmayan birisine Hz. Musab B. Umeyr, Hz. Ali (ra), Bedrin aslanlarını, Mekke dönemini, Hicreti, Hz. Bilal, Hz. Ebubekir, Hz. Sümeyyeyi ve nicelerini anlatmanın bir önemi yoktur.
Veya bu değerlerin, bu makama gelmeden önceki durumlarını ve onları bu denli yücelten değeri bilmeden de o zatları anlamanın imkanı da kısıtlıdır.
Köle, sıradan insan veya belli imkana sahip olan bu insanların hayatının değişmesinde mihenk taşı görevini yapan şeyin iman olduğunu ve birinci önceliğin tahkiki iman olduğunu anlamadan da dini bilmemiz ve İslam’a hizmet etmenin de imkanı yoktur.
Okullarda, öğrenciye her şeyden önce hakaiki imaniye anlatılmalı ve tahkiki bir imana sahip olması içinde tüm eğitim kurumlarında risale-i nur okutulmalıdır.
“Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisan-ı mahsusuyla mütemadiyen Allah’tan bahsedip Halıkı tanıttırıyorlar” (Asyaı musa 5 mesele)