- 20-09-2018 21:50
- 94
Var da biz mi yazmıyoruz!
Belediyeci ağabeylerimiz kızmasın hemen.
“Son bir sene, hiç olmadığı kadar çiçek ektik” diyecekler.
Doğru, ektiler.
Ama yeterli mi?
Tabi ki hayır.
Sadece belediyenin ekmesi ile olmaz.
Hele bir iki senede hiç olmaz!
Bunun kültürünün oluşması lazım.
Her balkonda, her bahçe de her kaldırım da çiçek olması lazım.
Onlara gözlerimiz gibi bakmamız lazım.
Bunu çocuklarımıza da aşılamamız lazım.
Eskiden vardı bu kültür.
Camlar, balkonlar, bahçeler, kaldırımlar rengârenkti.
Yürürken mis gibi kokular yayılırdı.
İnsanlar sokağa çıkınca, mutlu mesut olurdu.
Üstünde uçuşan kelebekler, arılar, böcekler insanlara çok farklı duygular yaşatırdı.
Ama maalesef bugün duygu denen şey yok!
Her şeye paragözlüğüyle bakıyoruz.
Evleri beton yığınına çevirdik. Park alanlarını heder ettik. Kaldırımlara merdivenleri, caddelere araçları kaydırdık.
Çocukların dokunabileceği toprak bırakmadık ki çiçeğe temas etsinler.
Saksıda desek o da yok artık.
Kaçımızın evinde o eski rengârenk çiçekler var?
Kaçımızın çocuğu, çiçeğin nasıl ekildiğini, filizlendiğini, sulandığını biliyor?
Eskiden ev ziyaretlerinin ana konularından biri de süs bitkileriydi.
Bayanlar birbirileri ziyaret ederken çiçek fidesi alır ya da bir dal alıp suda bekletip köklendikten sonra ekerdi.
Evin tüm negatif havasını alırdı çiçekler. Bahçedeki toprak, çocukların elektriğini alırdı.
Bir köşeye de domates biber salatalık ekilirdi…
İlişkiler gibi yiyeceklerde doğaldı. Hormon yoktu, dolayısıyla bugün savaştığımız binlerce hastalık da.
Herkes birbirine ikram da bulunur, birbirini severdi.
Bizde bir Xaltika Fatım vardı, SSK hastanesinin ilerisinde. Kocaman gülleri vardı.
Tüm mahalle çocuklarına dağıtırdı. Alıp öğretmenlerimize, annelerimize ve birbirimize verirdik. Güzel kokar, güzel konuşur, güzel düşünürdük. Çünkü her şey çok güzeldi.
Çiçeklerin bilinmeyen mesajlarına da değinmek gerek. Eskiden, bir evin balkonun da sarıçiçek varsa, o evde hasta var demekti. İnsanlar o evin önünde gürültü yapmaz, toplanmaz, rahatsız etmezmiş.
Kırmızı çiçek genç kız var demekmiş. Bu da “bu mıntıkada sakın küfürlü argo konuşmayın” hareketlerinize dikkat edin demekmiş.
Biz ise sevgili, nişanlı olduğumuzda ve evliliğin ilk döneminde çiçek alırız. Üstüne de parfüm sıkarız. Niye? Çünkü kokmuyor. Çünkü doğal değil. Çünkü hormonla beslenip soğuk hava deposunda saklanmış. Tıpkı sevgilerimiz ve diyaloglarımız gibi…
Çiçekten ve böcekten çok uzağız. Çoğumuzun çocuğu papatyayı bilmez. Bilenler, kokusunu, duygusunu, rengini bilmez.
Bir şehrin medeniyetini, kültürünü, hoşgörüsünü, sokaklarından anlarsınız. Kokusundan, bitki dokusundan, uçuşan kelebekten, böcekten, kediden…
Doğaya saygı duymayandan, insana saygı göstermesini bekleyemezsiniz. Yeni nesil doğayı bilmiyor. Bu da çok büyük tehlike.
Ve maalesef yeni nesil, doğayı korumayı da onu zenginleştirmeyi de saygı ve sevgiyi de devletin tesis etmesini bekliyor.
Nafile bekleyiş. Çünkü bu işler devlet eli ile olmaz. Bu bir kültür meselesidir, aileden alınır, çevreden alınır, geçmişten, gelenekten alınır. Bunlarla bağı koparmışsanız, devletin yapabileceği çok şey yoktur.
Bu devletin sorumluluğu yoktur anlamı taşımıyor. Tabi ki bu konuda yükümlülükleri ve sorumlulukları var. Lakin bu iş emirle, kanunla, işçi, memurla olmaz.
Sadece yollarla, koca binalar arasına sıkışmış parklarla, resmi binaların etrafındaki küçük korucuklarla olmaz.
Zihniyet devrimi gerek. Belediye toprak devrimi yapacak.
Yeterince toprak olmayan binaların ruhsatını iptal edecek gerekirse yıkacak. Çocukların oynayacağı, arabaların park edeceği ailelerin yürüyeceği, çiçeklerin ekileceği, ağaçların büyüyeceği kadar toprağı olmayan binaya ruhsat vermeyecek…
Bu işler elbirliğiyle yürüyecek.
Unutmayın, toprağa basmayan, çiçeğe böceğe dokunmayan nesil, psikopat olur.
Toprak, çiçek ve böcek huzurun anahtarıdır.
Bunları kendimizden başlayarak yaygınlaştıralım, çocuklara, okullara, STK’lara ve tüm resmi kurumlara bunun önemini belletip, icraat yapmalarını sağlayalım.
Yarınlarını karartmayan bir nesil dileğiyle, sağlıklı ve mutlu kalın…