- 25-01-2024 09:38
- 25-01-2024 09:39
- 150
Hatice Türkan
Uyumayacaksın
Memleketinin hali
Seni seslerle uyandıracak
Oturup yazacaksın
Çünkü sen artık o sen değilsin
Sen şimdi ıssız bir telgrafhane gibisin
Durmadan sesler alacak
Sesler vereceksin
Uyuyamayacaksın
Düzelmeden memleketin hali
Düzelmeden dünyanın hali
Gözüne uyku giremez ki...
Uyumayacaksın
Bir sis çanı gibi gecenin içinde
Ta gün ışıyıncaya kadar
Vakur metin sade
Çalacaksın.
Telgrafhane-1952
Melih Cevdet Anday
ÇOCUKLUĞUM KURŞUN KOKULU BİR MATBAADA GEÇTİ
Türkiye’den basının duayen isimlerinden biri olan Nazmi Bilgin ile birlikteyiz.
‘Tek amacım mesleğimin onurunu korumak’ sözleri ile gazeteciliğin nasıl yapılması/yapılmaması gerektiğini her platformda altı çizili cümlelerle anlatır Nazmi Bilgin.
Genç gazetecilere ışık tutabilmenin gayesi içinde olduğunu söyler, durur.
Söyleşimizi, Melih Cevdet Anday’ın, 1952’de kaleme aldığı Telgrafhane şiiriyle süslememi özel olarak rica etti.
Nazmi Bilgin’in anekdotları ile ‘dünden bugüne gazetecilik’ ve ‘Türkiye’de siyasi süreç’ konulu sohbetimize buyurun, haydi başlayalım.
…
MESLEKTE 53 YILIMI DOLDURDUM
-Nazmi Bilgin kimdir? Kendinizi biraz anlatır mısınız, nasıl bir çocukluk geçirdiniz, nasıl bir ailede büyüdünüz, doğrusu bunu merak ediyorum. Bununla başlayalım, isterim?
Tabi. İnsanın kendini anlatması zordur. 4 çocuklu bir ailenin en büyüğü olarak Erzurum’da doğdum. Çocukluğum, kurşun kokulu bir matbaada geçti. Babam gazeteciydi. Doğu Gazetesi adında bir matbaamız vardı. 1960 ihtilali olunca arkasından kitleleri sürükleyebilir gerekçesiyle babamı hapsedip 5. er eğitim tugayına Sivas’a götürdüler. O dönem çok büyük sıkıntılar yaşadık. Hayatımda fakirliğin ve yoksulluğun en dibini orada gördüm. Ancak fakirliği ve zenginliği insan gönlünde aradığım için sonra çok güzel günlerim oldu. Babam 1961’de milletvekili seçilince Ankara’ya geldik. Babam üç dönem milletvekilliği ve iki dönem bakanlık yaptı. Ben 1970’lerin ortalarında babamdan gizli gazeteciliğe başladım. Annem beddua edeceği zaman ‘Allah seni ya gazeteci ya mebus yapsın’ derdi. Sanırım annemin o bedduası tuttu. 1970’te Deniz Gezmişlerin idam edildiği dönemlerdeydik. İdam haberini alabilmek için 17 gece matbaada yattım. Çok hazindir ama idamlardan sonra mahkûmları belediyeden çöp arabasıyla gelir alırlardı. Biz o gün bütün gazeteleri atlatarak üç yiğit insanın asıldığını gazetemizde yayınladık. Tabi bu haber benim imzamla çıktı. Olayın sabahında babam beni çağırdı. Dedi ki ‘bu haberi yapan sen misin yoksa isim benzerliği mi?’ Gazeteciliğe başladığımı söyleyince beni karşısına oturttu. ‘Bu meslek çok meşakkatlidir. Ailenden fedakârlık yapacaksın, çevrenden fedakârlık yapacaksın. Çok dostları n ne olacak? Ama doğruları söylediğin zaman çok düşmanın da olacak. Bütün bunları göze alıyorsan başla ama hiç kimsenin karşısında eğilmeyeceksin. Benim sana baba vasiyetimdir’ deyince o tarihten itibaren bu mesleğe sarıldım. Çeşitli gazetelerde adliye muhabirliği yaptım. Haber müdürü, istihbarat şefi, parlamento müdürü, genel yayın yönetmeni, yazı işleri müdürü, gazete sahipliği, televizyon programları derken, radyo dışında basın ve medyanın her alanında görev yaptım. TRT’de 6 yıl kadar politika kulvarı diye bir program yaptım. Sonra bir özel televizyonda Nazmi Bilgin’le zirve televizyon programı yaptım. Medyanın bütün kulvarlarında çalıştım. Bir hesap yaptım, meslekte 53 yılını doldurmuşum. 46 sene de dernek ve cemiyet geçmişim var. Ayrıca Türkiye Gazeteciler Federasyonunun kuruluşunda yer aldım, bütün Türkiye’yi dolaştım, o federasyonun kurulması için arkadaşlarımla birlikte çaba sarf ettim. Bizden büyük bir başkanımız vardı. İzmir Gazeteciler Cemiyetinden İsmail Sivri. Kendisini onure etmek için başkan seçtik. Daha sonra 12 yıl bu federasyonun başkanlığını yaptım. Şimdi Türkiye Gazeteciler Konfederasyonu’nun onursal başkanıyım.
BİZİM MESLEĞİMİZ ŞU ANDA YA İKTİDAR YAĞCILIĞI YA DA MUHALEFET ŞAK ŞAKÇILIĞI DİYE GEÇİYOR. BÖYLE BİR BASIN, DÜNYANIN HİÇBİR TARAFINDA YOK
-Zor süreçlerde gazetecilik yapmışsınız. Bize biraz o dönemleri anlatır mısınız?
Çok zor süreçlerdi. Evet. Ama bu zor süreç hiç bitmedi, bugün de çok zor bir süreç var. o günün gazeteciliği ile bu günün gazeteciliği arasındaki en önemli fark, o zaman biz iktidarların değişmesi ya da darbeler ve ihtilaller yüzünden sıkıntı çektik. Ama şimdi darbelerin ve ihtilallerin sıkıntısı değil, baskıcı bir yönetimden kaynaklı oluşan sıkıntılar var. En önemlisi, meslek ahlakının çok ciddi bozulmasından dolayı sıkıntı çekiyoruz. Gazetecileri çeşitli formlara sokmak istediler işte Candaş, yandaş, paralel falan… Aslında eğer matematik veya geometrik şekilde izah etmek gerekiyorsa gazeteci ir tek şeye benzeyebilir, o da doğru. Bizim mesleğimiz şu anda ya iktidar yağcılığı ya da muhalefet şak şakçılığı diye geçiyor. Böyle bir basın, dünyanın hiçbir tarafında yok. Bu, mesleki erozyondur ve onun en dip noktasını yaşıyoruz şu anda. Gazeteciler aslında okuyucusuna karşı vicdan borcu olan insanlardı. Okuyucuyu aldatmak, yanıltmak, yalan ve yanlış söylemek gibi bir şey, bizim meslek ilkelerimize asla ve asla uymaz. Biz bir aynayız, biz neyi görürsek doğru olarak onu iletmek mecburiyetindeyiz. Hem bir olayı yaşayıp hem onu başka bir şekilde anlatmak, meslek ahlakımıza sığmaz. Eskiler, hep özlemle anılır. Ama bizim mesleğimizin geçmişi, gerçekten özlemle anılıyor.
BİR KUŞAK KAYBETTİK
Biz hangi gazetede çalıştıysak, arkadaşlarımızın hangi siyasi partiden olduğunu, Alevi, Kürt, Zaza ya da Laz mı olduğuna bakmazdık. Bunlar bizi hiç ilgilendirmez. Biz meslektaş gözüyle bakardık. Şimdiki bu erozyon çok kötü. Tabi bu, çok uzun bir konuşma konusu. Tabi bunda devlet imkânlarıyla gazetelerin yayın organlarının satın alınması, daha doğrusu sahiplik değişikliğinden kaynaklanıyor. Benim dönemimde işte nadirler yunus nadiler keman, Ilıcaklar, Ercüment Karacanlar, Hürriyet Gazetesinden Sedat Simav, Erol Simav, bunlar gazetecilikten gelme gazete sahipleriydi. Onun için gazetelerini asla gazetecilik dışında bir amaç için kullanmadılar. Oysa şimdi gazeteler sermayenin emrine, bu sermayeyle birlikte de iktidarların emrine girdi. Evet, bu tabi çok zor düzeltilecek bir şey. Yani ben bunun düzeri bileceğin çok yakın bir zaman da zannetmiyorum ancak etik değerlere sahip sizin gibi genç gazeteciler bu mesleğe gerçekten kalmak isterler ve bu ahlak bozukluğunu görürlerse, belki bir dönem ki abileri gibi gazetecilik yapılmayacağını öğrenirlerse belki bir şeyler yoluna girmeye başlar. Biz bunu öğretmeye çalışıyoruz. Bir proje yürütüyoruz. Biz bir kuşak kaybettik. Şimdi 35 yaş grubuna yani genç gazetecilere ve daha çok iletişim fakültesi mezunlarına, bu gördüklerinin gazetecilik olmadığını, gazeteciliğin bu şekilde yapılamayacağını anlatmaya çalışıyoruz. Üç yıllık süre içinde yaklaşık 4 bin genç gazeteci ve iletişim fakültesi mezunu ile temas kurabildik. onlara bir ışık olabilirsek, benim gibi mesleğini çok seven ve mesleğin onurunu korumaya çalışan abileri onlara yol gösterir ve ışığını verebilirse umutlarım yeniden yeşerebilir. Ama ben o günleri görebilir miyim, bilmiyorum.
-Yarım asırdır gazetecilik yapıyorsunuz siz? Bir veryansın var, gerçekten gazetecilik bitiyor mu?
Aslında bazı gelişmeleri görmemek için kör olmak gerekir. Yeni bir çağ başlıyor. Geçmişte radyo çıktığında ‘artık gazeteler okunmaz’ dendi ama o kavgayı gazeteler kazandı. Sonra televizyonlar çıktı, ‘gazeteler okunmaz’ dendi, o kavgayı da gazeteler kazandı. Ama internet gazeteciliği diye bir şey başladı. Ve maalesef şu anda yazılı basının sonu geliyor. Yalnızca gazeteciliğin değil, kâğıtla ilgili her şey yavaş yavaş bitmeye başlıyor. Dünya çok küçüldü. Tabi ki fiziki olarak değil. Mesela Afrika Ülkesinde olan bir olayı, bir dakika sonra Türkiye’de okuyabilirsiniz. Eskiden gazetelerde iki sonra görürdük. Dünyanın hangi köşesinde olursa olsun, elinizdeki cihazla anında her şeye ulaşabiliyorsunuz. Bu meşakkatsiz bir şey, bu kolay bir şey ama doğru bir şey mi bilmiyorum. Çünkü fikir üreten gazeteciler de yok artık. Daha çok, seyirci sayımı nasıl arttırırım diye çaba içine giren gazeteciler var artık. Elbette internet gazeteciliğinin de çok ciddi bir şekilde denetlenmesi lazım. Çünkü kişilik hakları rafa kaldırılmış vaziyette. İstediğinizi yazabiliyor, istediğiniz yalanı dakikalar içinde yayabiliyorsunuz. Gazeteler öyle değil. Gazetelerin bir sorumlu yazı işleri müdürü var. Bir haber yanlış kullanıldığında denetime tabi tutuluyor, bir adresi var, bunu sorgulatabiliyor ve yargılayabiliyorsunuz. Şu anda bütün o güvenceler ortadan kalkmış vaziyette. İnsanlık, sahipsiz kalmış vaziyette. Yani onurunu ve kişiliğini koruma konusunda sahipsiz.
-Biraz da siyasi süreci konuşalım istiyorum. Duayen bir gazeteci olarak Türkiye'de siyasi süreci ve içinde bulunduğumuz bu dönemi nasıl yorumlarsınız?
Türkiye’de genel başkanların iki dudağı arasından çıkan sözcüklerle siyasetçi ve milletvekili olunabiliyor. Yani başkalarının iradesiyle, hiçbir çaba göstermeden, bir ön seçime girmeden kendini vitrine koyup düşüncelerini ve fikirlerini yeterince anlatmadan, yalnızca genel başkanın iki dudağı arasında seçilen kişinin toplum konusunda fazla öz değerlendirme yapabileceği kanaatinde değilim. Siyasetin önü tıkanmış vaziyette. O hiç tartışmasız. TBMM'nin bir önemi kalmadı. Hatta yasaların, kanunların hiçbir önemi kalmadı. Siyasetçi, gerçek anlamda siyaset yapamıyor. siyasi görüşü beni ilgilendirmez, ama mazbatası verilmiş, aday olmasının önünde hiçbir engel görülmediği YKS tarafından belgelenmiş bir milletvekilinin, bir seçilmişin, hâlâ mecliste olamaması, demokrasi açımızdan ayıptır. Bu ne demektir? Demek ki milletvekilleri yeterince kendi onur ve kişiliklerini koruyamıyorlar. Siyaset inşallah kendi mecrasına döner. Çünkü Türkiye'nin geleceği, onurlu gazetecilere gerçek siyasetçilere ve terazisini sağlam tutan adaletçilere bağlı. Bu üçünü gerçekleştirsek Türkiye refaha ve huzura kavuşur.