- 20-02-2023 00:01
- 19-02-2023 14:27
- 148
Çok büyük bir felaketti kuşkusuz.
Bu depremi hisseden, fark eden hemen hemen herkes travma geçirdi.
Bilinçaltımızda çoktan yer alan ve kolay kolay yerini değiştirmeyecek bu deprem korkusu zihnimizin de sarsıntı geçirmesine neden oldu.
Her şeyden ders almak gerekiyorsa; bu şoktan, bu zelzeleden nasıl bir ders almalıyız?
Herkes payına düşeni alacak mı?
Dersin iki boyutu vardır.
Biri maddi boyutu, bir diğeri de manevi boyutu.
Her ikisi de kendince önemlidir.
Maddi boyutuna değinirsek, binalarımızı yeterince tahkim etmedik.
Çok yüksek binalar yaptık. Bir türlü yatay mimariye geçmedik.
Kentsel dönüşümü rantsal dönüşüme çevirdik.
Bir iki katlı binaları daha iyi duruma getirip kentsel dönüşüm yapacağız dedik.
Oysa daha kötü duruma düşürdük.
On üç, on dört katlara dönüştürdük.
Ne “hava mânia” dinledik ne de “zemin kötü” anladık.
Daha fazla daire, daha fazla para için “Kaz gelen yerden tavuk esirgemedik” bürokrat ve teknokrat ayarttık.
Elinde yetki ve imkân olanlar para için, menfaat için insanların ölmesi pahasına eyvallah dedik.
Hani deprem yönetmeliği, hani yapı denetimciler nerede acaba?
Tatile mi çıktılar?
Ben görmedim, ben duymadım, ben bilmiyorum mu oynuyorlar?
Nerede adalet terazisi?
Neyi tartacak?
Mizana gelecek mi?
Yoksa kantarın topuzu kaçtı mı acaba?
Mahşerdi sanki insanlar yüksek katlardan inene kadar her saniyesi ile ölüme yaklaşıp uzaklaşmaktaydı.
İnsanlar bir sağa, bir de sola kaçmaktaydı.
Nereye kaçarlarsa kaçsınlar yüksek binaların altında kalma ihtimali vardı.
Neden bir toplanma alanı yoktu?
Her alan ranta mı dönüşmüştü?
İnsanlar için bir boş yer yok muydu?
İşte insan yine kendi yapıp kendi bulmuştu.
Boşuna Rabbimiz demiyor ki, ”insanların başına gelen insanların elin ürünüdür.”
O halde , “Kendi düşen ağlamaz!” işte ey insan artık ağlama vakti değil.
Eğer yapmak istiyorsan kendini düzelt.
Bilmiyorum ki, bir fırsat daha mı verilmiş sana.