- 19-04-2020 17:13
- 38
Mühendis ağabeylerim, ablalarım, kardeşlerim kızmasınlar.
Öldürüyorlar diyorum da sorun bakalım niye diyorum!
Dünyanın tüm dengelerini değiştiren virüs ile mücadele sürecinde, en büyük yük sağlıkçılarımızın sırtında.
Tek bir insanı yaşatmak için onlarca sağlık çalışanı hayatını riske atıyor.
Gece gündüz çalışıp, hayatlarını riske atıp, ailelerini bir kenara bırakıp, bizim için mücadele eden sağlıkçılarımız bizden tek şey istiyorlar, evde kalın!
Biz ise bunu bile yapmıyoruz!
İşi olan, özel durumu olan, muaf olanlar var.
Onlar, kendilerine belirlenen sınırlar dahilinde hareket edebilirler.
Biz ise sıkıldık, hele kendimize bir tur atalım deyip çıkıyoruz.
Çarşı Pazar dolaşıyoruz.
10 günde bir yapacağımız alışverişi 2 günde bir yapıyoruz.
Parklara, bahçelere, pikniklere gidip mangal yakıyoruz…
İyi de burada tek suç vatandaşın mı?
Ortada ev yok!
Dört duvar, pahalı eşyalar, süslü perdeler, caf caflı halılar ve kırılacak eşyalar…
Yani, yani cehennem!
Evde hareket edemiyorsun ki!
Hareket edemeyince nefeste alamıyorsun!
Nefes alamayınca, sinirlerine hakim olamıyorsun!
Niye çünkü evde yaşam alanı yok!
Eskiden olsa, bizi 3 ay eve kapatsalar, hiçbirimiz sıkılmaz, acıkmaz, yorulmazdık.
Niye, evler tek veya çift katlıydı, hoplayıp zıplayabiliyorduk. B
ahçeye çıkıyorduk, toprakla uğraşıyorduk, tulumba ile su çekiyor, domatesimizi ekiyor, salatalığımızı hatta karpuzumuzu yetiştiriyorduk.
Her bahçede olmasa da 2-3 bahçeden birinde tandır vardı.
Bakkaldan sadece yağ, şeker ve salça alınırdı.
Salçayı da bazen alırdık.
Çünkü bahçeye ekilen domates bol olunca onu da ezip güneşte kurutup salça yapardık.
Komşuluk, sarsılmaz bir harç gibi geri kalan açıkları kapatıyor, evler huzur kokuyordu.
3 ay dışarı çıkmayın dense, kimse sıkıntı çekmezdi.
Çünkü yağ ve şeker stoğu en az 1 aydı ve bu olmasa bile onu ikame edecek malzememiz vardı.
Onun dışındakiler zaten kilerlerimizde “kute male “ diye yıllık olarak duruyordu.
İşin psikolojik ve sosyal boyutunu bahçeler hallediyordu.
Çocuklar, gençler, yaşlılar, bahçeye çıkınca nefes alıyordu.
Domatesi sulayınca dünyanın en büyük terapisini görüyordu.
Toprağa basınca elektriği boşaltıyor, küçük havuza ayağını daldırınca dünyalar bizim oluyordu.
Çocuklar, çamurla oynayınca hayal dünyaları gelişiyor, kümesten yumurtayı bulan kendini dünyanın en mutlusu hissediyordu.
Erken kalkıp yeni çıkan salatalıkları koparan, kendini muzaffer komutan olarak görüyor, çimlere oturup ağaçların yeşilini, çiçeklerin kokusunu ciğerlerine çekip, torunlarını izleyen yaşlılarımız, cennetin basamaklarını gören yolcular gibi mesut oluyordu.
Ne oldu, medeniyet/müteahhit/mühendis/ geldi!
Evlerimizi yıkıp yerine apartman daireleri yaptılar.
Bahçeli evlerimizin yerine 2 ev bir dükkan verdiler. Lüks eşyalarımız, arabamız, asansör ve kapıcımız oldu ama nefes alacağımız, kafa dinleyeceğimiz yer olamadı!
1 dönüm yeşil alanı olan siteye imrenir olduk. 200 daire kuruluyor, 1 dönüm yeşil alan vay be ne cömert müteahit/mühendis…
Hâlbuki her dairede 2 çocuk olsa, 400 çocuk eder. Bunların yarısı bahçeye inse, çimlere basma, çiçeklere dokunma, ağaçlara yaslanma uyarıları altında temas edecekleri beton parçası bile sınırlı.
Araba deseniz, 200 dairede en az 200 araba.
Otopark, projede var ama onu sonradan dükkâna çevirdiler.
Eee 200 araba caddeye park etsin. Trafik, yaya geçisi, estetik…
Evin içi deseniz her şey yapay.
Temizlik malzemeleri, gıdalar, halılar, perdeler, duvarlar…
Gördükleriniz çok güzel görünüyor ama dokunmadığınız veya yemediğiniz müddetçe.
Yani biz ölmüşüz!
Mühendisler bizi öldürmüş, bahçeye çıkmamızı engelleyen, domatesimizi maydanozumuzu ektirmeyen, suya çamura yeşilliğe bizi değdirmeyen, evin, mahallenin, şehrin nefes almasını engelleyen…
Şimdi diyeceksiniz ki bunu yapanlar müttehitler, mühendisin ne suçu var?
Bir şehirde çakılan her çivide mühendisin imzası var.
Projeyi hazırlayan, denetleyen onaylayan, ruhsatı veren, yıktıran, yıktırmayan…
Hakim bile imar ve şehircilikle ilgili karar vereceğinde, mühendis bilirkişiye danışır.
Bugün baktığımızda, her inşaatta en az 3-5 mühendis fiili yada imzası ile bulunmak zorunda. Bunu denetleyen yapı denetim, belediye, çevre şehircilik, diğer kamu ve özel kuruluşlarının hepsinin ilgili birimlerinde çalışanlar mühendis.
Bu mühendisler, yaşam alanları imar etmek için eğitim ve yetki almışlar.
Maalesef, bu mühendis arkadaşlarımız, yaşam alanlarımızı yok ediyorlar.
Nefes almamızı engelliyorlar!
Eve girmemize mani oluyorlar!
Bir de bunu kılıfına uyduruyorlar!
Bunu evde kalmamaya bahane olarak söylemiyorum.
Çok şükür, kocaman bahçesi olan 2 katlı bir evde oturuyorum.
Ama insanları da anlıyorum.
İnsanlar dört duvara baka baka Google’den psikolog numaraları bakmaya başladılar.
Kimin yüzünden, şehirleri nefes alamaz duruma düşürenler yüzünden.
Şehirler nefes alabilse, işin sosyolojik, psikolojik ve ekolojik boyutu dikkate alınarak imar edilse, virüs ve diğer hastalıklar bu kadar rahat dolaşamazdı.
Şimdi insanlar, “ayyyy çok benal” dedikleri köylere, tezek kokusuna dönüyorlar.
Herkes dışarı çıkıp çöle ev yapıyor.
Sizden ricam, lütfen evleri dip dibe yapmayın. 2 katı geçmeyin, kanunları biçmeyin…
Nefes alabilen şehirlerde, nefes alabilen evlerde, nefes alabileceğimiz yarınlar dileğiyle, sağlıklı ve mutlu kalın.