EKONOMİST GÖZÜYLE TÜRKİYE ANALİZİ

Ekonomist orijinli bir köşe yazarı olarak siyasal iktidarın -ki artık iktidarını da yitirmesine rağmen- 13 yıllık icraatı ile epikrizini gözlemlediğimde sınırsız hata ve eksiklikleri hemen sırıtıyor. Örneğin tüketen bir toplum olmaktan Türkiye’yi çıkaramadılar.

Üreten bir toplum olmayıp sadece tüketen bir toplum olduğunuzda tablo vahim olur.

Sanayiye bir türlü geçilemedi.

Export-İmport” ithalat ve icraatla dengeler stabil olamadı, çarpık zikzaklar elde edildi.

Cari açıkta dünyaca lideriz diyebilirim. Zamanla cari açığın bu denli büyük oluşunun ekonomideki komplikasyonları belirgin olarak kendini hissettirecektir. Kalkınma süreci ve istihdama gerek direkt gerekse endirekt olarak etkilerini göreceğiz.

Duble yol yapmakla ekonomi düzelmez. Bilim adamlarından “yoksun adama mı iş“işe mi adam” misali asistanlarla üniversite ve bilimde yol kat edilemez. Mezunlar pasif ve işsiz kalırlar.

Nitekim işsizlikte yüksek trendlerde seyretmiyor mu?

Kalkınma hamleleri ciddi ve stabil projeler gerektirir.  Üstelik ekonomi denilen ana arteri çok yönlü besleyen girdi ve kazançlarla beslemek gerekir.

Çılgın projeler çılgın ve vahim sonuçlara gebedir. GAP ne âlemde? Niçin bitirilemiyor?

Bir ülkenin kaderini eğitim ve gençlik (nesiller) belirler, eğitimde kat edilen yol ne? Hedef ne? Şu anki eğitim kime ve neye hizmet ediyor? Hangi eğitim? Bu konu rasyonel ve akıcı projelere ihtiyaç duyar durumda değil mi?

Siyasi bir demeçten veya seçim söylemlerinden hemen etkilenen kırılgan bir ekonomiye ne kadar güvenilebilinir?

Dışa bağımlı bir ekonomi ne kadar ayakta kalabilir ki? Her türlü bağımlılık muhtaç olmak değil mi?

Teknolojik yatırımlar yapılıyor mu? Bilimsel ve devasal projeler var mı? Varsa hayata geçirilebiliyor mu?

Merkez bankasının döviz stokları ne âlemde? Kamuoyuyla paylaşılıyor mu?

Asgari ücretin 900–1000 TL civarında olduğu, yani milyonlarca çalışanın bu minik rakamlara mahkûm edildiği bir ülkede hangi ekonomiden söz edilebilir ki?

Yabancı ve nakit girişler için birçok artıları yasalarla düzenleyen bir siyasal iktidar yani AKP hükümetleri öz sermaye ve iç piyasanın rantabilitesi için olumlu sayılan bir girişi var mı? Varsa nedir? Nelerdir?

Araştırma görevlisi, öğretim görevlisi, doktora, doçent, Prof, Prof Dr. unvanlarını alanlar bu titrleri hakkıyla mı alıyorlar? Yoksa siyasal iktidara yalakalık yaptıkları için mi hemen kapıyorlar, bu konunun araştırmaya ve kayda değer bir teftişe son derece muhtaç olduğunu savunuyorum.

“Eserden Müessire gidilir” teziyle yola çıkarsak yüz binlerce bilim adamı görünümlü kilim adamlarının cirit attığı bir ülkenin mimarisi ekonomisi, siyaseti, eğitim ve öğretiminin dünya normlarındaki kronolojik statüsü buysa üstüne canım Dicle Nehrinden soğuk bir bardak su içmeyip de ne yapacaksınız?

İnanın bu veri, çelişki ve eksikliklerle, bu konuya kafa yorup hakkıyla zaman ayırsam en az 3 ciltlik kitap yazarım,

Mevcut demografinin sorunlarını rehabilite ve revize edemeyen bu zihniyet “3–5 çocuk daha yapın” diye bilip bilmeden onların bu gününü, yarınlarını hazırlamadan konuşmuş olmak için konuşuyorlar.

Mevcut nüfus halledildi, bütçede katrilyon dolardan fazla para var, yazık ziyan olmasın o paralar, çocuk yapın nesiller çoğalsın, büyüsün onlara harcayalım demek gibi bir şey bu. Akıllara ziyan.

 

Ekmek alırken onlarca defa:

-Ucuz bayat ekmeğin var mı? diyenlere şahit oldum fırınlarda.

Kredi kartlarını çekerken işlem anında “yetersiz bakiye”lere şahit oldum.

Kısacası AKP’nin ekonomik epikrizi “yetersiz bakiye ile bayat ekmeğiniz var mı?”nın arasında sıkışıp kalmış durumda.

Kalın sağlık ve sevgiyle siz değerli “Sonsöz” okurlarımız.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ