- 27-07-2023 17:15
- 27-07-2023 17:17
- 4946
Bir konuda yüzde yüz haklı olduğunuzu düşünün.
Haklı olmakla kalmayıp elinizde haklılığınızı kanıtlayacak somut belgelerin olduğunu bir de...
Bu durumda ne yaparsınız?
Ya elinizdeki belgelere güvenip mahkemeye gidersiniz;
Ya da haklı olsanız bile, karşı tarafın mevzuata uydurulmuş bir katakulli marifetiyle mahkemenin aleyhinize bir karar vermesine neden olacağını düşünerek geri adım atarsınız.
Kağıt üstünde hepimiz birer pelerinli kahramanız, biliyorum. Afallayıp köşemize çekilmek yerine harekete geçmek isteriz hemen.
Ama burası Norveç ya da İsveç değil.
Burada büyük sinekler örümcek ağını delip geçer kibirli bir kahkahayla, küçük sinekler ise takılıp yem olur.
Haksızlığa uğramak ve sınırlarını geçmeye cesaret edemediğimiz bir alanın eşiğinde durup adım atmakta tereddüt etmek huzursuz olmak için yeter bir insana.
Evet, birkaç gündür huzursuz hissediyorum.
Huzursuzluğumu kenara koyup bir şey anlatmak istiyorum şimdi:
Elektrikteki yüksek voltaj nedeniyle bir binanın istisnasız tüm dairelerinde elektronik cihazların bir bölümü hasar aldı. Servis ve onarım ihtiyacı ortaya çıktı tabi.
Bina sakinleri usul neyse yerine getirdi kısa sürede.
Bilirkişiler gelip kontrollerini yaptı. Şikayet dilekçeleri verildi, tutanaklar tutuldu, onarılması gerekenler onarıldı ve servis raporları alındı.
Her şey kuralına göre yerine getirildi yani.
Peki, sonrasında ne oldu?
Bina sakinlerine bir kısa mesajla meydana gelen hasarın firma kaynaklı oluşmadığı bildirildi. Çünkü firmaya göre, binadaki elektronik cihazlar farklı dairelerde olmalarına rağmen esrarengiz bir şekilde birbirleriyle iletişime geçip istişare neticesinde aldıkları bir kararla aynı anda bozulmuşlardı. Rasyonel hiçbir tarafı olmayan –tabi ki sorun değil- bu teori daha makuldu firma için.
Yapılan şikayet başvurularının “olumsuz olarak sonuçlanmıştır” şeklinde kısa mesajla bildirilmesi beklenen bir durumdu. İtirazım yok.
Canımı sıkan şey, insanların durumu kabullenip sinmeleri. Nedenini merak ettim ve sordum soruşturdum üşenmeden. Nedeni şu: Dava açsalar ve haklı bulunsalar bile firma itiraz ederek mağdurlara karşı dava açıyor ve maharetli avukat ordusuyla külyutmaz mahkemeleri bir şekilde ikna edip davayı mağdurların aleyhine sonuçlandırıyormuş. Bu yüzden zararı kabullenip susmak en iyisiymiş.
Çünkü davayı kaybetmeleri durumunda omuzlarına ek bir külfet daha binebilirmiş.
İlginç olan, aynı şeyi avukatlardan da duymam: “Evet, düşük olmakla beraber kazanma ihtimaliniz var; ama sizi çok uğraştırırlar, hasarınız az ise işin peşini bırakmanız sizin için daha faydalı olur”
Bundan dolayı korkup sinen mağdurların büyük çoğunluğu hak talebinde bulunmuyor. Kulaktan kulağa yayılan korku onları kuşatırken neden hak arayışında bulunsunlar ki?
Son kertede çıkardığım sonuç şu oldu: Hak arama aşamasının sancılı bir süreçten ibaret olduğu halk arasında söylenti şeklinde yayılır ve yayılan bu kitlesel korku benzer vakalara karşı zırh hüviyetine bürünerek insanların hukuki yollara başvurmaya cüret etmelerine mani olur.
“Eninde sonunda biz yoksullar her şeyi olduğu gibi kabullenen insanlarız” der Miguel Angel Asturias Sayın Başkan kitabında.
Fakat ümitsizliğe düştüğümde de Relatos Salvajes [2014] filminde Simon’un [Ricardo Darin] her şeyi olduğu gibi kabullenmiş geniş kalabalıkların bir ferdi olmayı reddeden ve haklı sesine sağır olan kulakları büyük bir gürültüyle şoka uğrattığı protest tavrı gelir aklıma.
Belki de adaletsizlik ve sömürüye karşı, insanları uyuşuk bir atalete sevk eden uykudan uyandıracak ve dikkatleri üzerine çekecek ciddi ve esaslı bir gürültü koparmamız gerek. Simon gibi.