- 17-04-2016 23:09
- 16822
Her şeye kılıf giydirir olduk. Eskiden bir şeyin eskiyor olması o şeye kıymet katıyorken teknolojinin gelişerek her gün elimize yeni bir cihaz tutturmaya başlamasından bu yana elimize tutturduğu cihaz eskimesin diye plastik kaplamalara sarar olduk. Kılıflar giydirdik.
Elimizde tuttuğumuz bir suç aletiymiş de üstünde bizden izler kalmasın diye her şeyi kılıflarıyla kullanmaya başladık.
Oysaki geçmişimizden gençliğimiz ve çocukluğumuzdan sakladığımız eşyanın üstünde izlerimizi bulmak o izleri anılarıyla birlikte konuşmak nasıl mutlu ediyor bizi farkında değil misiniz?
Peki, şimdi neden eşyaya bir yaşanmışlık bir bellek anısıyla izler kazandırmaktan korkuyoruz?
Neden eşyayı ilk gün aldığımız gibi muhafaza etmeye çalışıyoruz.
Oysa eşya üstünde sahibinden taşıdığı izleri anılarıyla kıymetli değil miydi? Ne oldu da o izler o anılar eşyayı kıymetsizleştirdi.
Acaba eşyanın değerini, paraya çevrilebilirliğiyle mi ölçmeye başladık. Değer ölçü birimi olarak aklımızda paradan başka bir şey kalmadı mı?
Farkında değil misiniz, teknoloji sadece elinizde tuttuğunuz cihazı değiştirmiyor.
Kafanızın içini de değiştiriyor. Bakış açınızı, değer ölçülerinizi değiştiriyor.
Eskiden insanlar bindikleri araçlarıyla öylesi duygusal bağlar kurarlardı ki isim verilerdi araçlarına ve güvenemedikleri alıcılara satmazlardı.
Oysa şimdi bırakın arabanıza bir isim vermeyi arabanızı daha almadan o arabayı ne zaman satacağınızın hesabını yapar oldunuz. Alacağınız arabanıza karar verirken en öncelikli kıstasınız satmak istediğinizde o araba modelinin pazarının olup olmadığı, ne kadar hızlı, ne kadar kolay ve ne kadar karla paraya çevrilebileceğini düşünür oldunuz.
Yılda bir iki kez İstanbul’a gidip geldiğim oluyor bu ziyaretlerim genellikle işle ilgili oluyor. Bu ziyaretlerimde kendime ayırdığım az bir zamanda dahi Kadıköy semtinde sahafları gezmek ve özellikle üstüne notlar iliştirilmiş yaprakları arasına fotoğraflar, kâğıtlar sıkıştırılmış kitapları elime alıp dokunmak, o sayfalarda önceki sahiplerinin izlerinde gezinmek en büyük keyiflerimden biridir.
Ya da kendi de sattıkları kadar antika bir dostum olan Nevzat Onmuş’un antika dükkanında gezinip insanların üç beş kuruşa sattıkları geçmişleri arasında antika bir aşkın hikayesinde çay içmek hüzün dolu bir keyif veriyor bana.
Acaba diyorum bir gün gelip de her şey sanallaştığında, sıfır ve birden oluşan duygusuz bir yığın bilgi ve belgeye dönüştüğünde insanlar klavyeden başka parmak uçlarıyla dokunabilecek bir anıya sahip olabilecek mi?
Ve o gün insan bugün olduğundan daha mı mutlu olacak?
Eskitin artık. Kılıflarından çıkarın eşyayı. Kendinizden izler bırakın eşyaya.
Eşyaya kıymet katanın o bıraktığınız izler olduğunu anladığınızda, kendinizi aradığınız o her bir eşya da bulamayacaksınız kendini. Kendinizi bulamayıp dokunamayacaksınız geçmişinize.
Hani klişedir ama doğrudur. Geçmişi olmayanın geleceği olmaz. Geleceğinizi geçmişinizde ararken kaybolmamak için değer ölçü birimlerinizi değiştirin.
Dokunun eşyaya dokunun dokunduğunuz yerde izler bırakın ve bütün izlerinizi paraya dönüştürmekten vazgeçin artık.