- 14-12-2018 17:51
- 20
Maddi imkânları kısıtlı, temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan ve geçim sıkıntısı çekenlere yoksul veya fakirler denilir.
Toplumların; yoksul, fakir, kimsesiz, varlıklı, zengin... Ve benzeri kesimleri olmuş ve hep olacaktır.
İslamiyet; toplumun farklı kesimlerinin bir arada, sürtüşme olmadan, kavga, kin ve nefret etmeden bir arada yaşamalarını öngörür.
İslam dini, insan eksenlidir ve insana değer verir.
İnsanın rencide olmasını önlemeye çalıştığı gibi, haysiyet, mal, can ve namusunu da güvence altına almayı amaçlar.
Mal, makam, saltana, şöhret ve diğer arızı değerlerden çok insan olma özelliğine önem verir.
Müslüman;
"Üstünlüğün takvada" olduğunu,"en hayırlısının insanlara hayrı dokunanın", "kendi nefsi için istediğini müslüman kardeşleri için istemeyenin iman etmiş olmayacağını" çok iyi bilir.
"Arabın acemden, acemi de araptan", fakirin zenginden, zenginin fakire üstün olmadığını bildiğinden, "yaratılanı yaratandan ötürü" sever.
İslamin şiarı dinin temeli olan Ezan ile Kişileri günde beş vakit camiye çağırarak aynı safta, yanyana durulması ile "üstünlüğün takvadan" olduğu inananlara gösterir.
Oruç ibadeti ile fakir ve aç kalmanın ne manaya geldiğini tok olana öğretir.
Zekat'i İslam'ın bir rüknü, dinen zengin olanların vermesinin zorunlu (Farz) olarak emreder.
Zekatı verenin de verdiğine karşılık Allah Bakara suresi 261 ayette:
"Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak bitiren ve her başakta yüz tane bulunan bir tohum gibidir. Allah, dilediğine kat kat verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir."
İman edenler içinde ahirette sorgusu kolay olanlar fakir kimselerdir.
Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem, fakir, kimsesiz, muhtaç, yetim ve güçsüzleri hep sevmiş, değer vermiş, sofralarında bulunmuş, devletin imkanlarını onların hizmeti için harcamıştır.
Kendisi (SAS); köşklerde, saraylarda, konaklarda değil, fakir insanların yaşadığı gibi yaşamış ve ekmeğini onlarla paylaşmıştır.
Bir defasında hasır üzerinde yatmıs, vücudunda iz bırakmıştı, Hz. Ömer (Ra) bu duruma üzülmüş Şahlari, Kıralları örnek göstermiş ve iyi imkanlar sunulmasını istediğinde O ( SAS)
"Ya Ömer istemez misin dünya onların, ahiret bizim olsun" demiş ve teklifi red etmiştir.
Yiyecek bir şeyler bulmadığı zamanlar olmuş, karnına taş bağlamış, dışarıya çıkıp dolaşırken kendisi gibi aç olan Hz. Ebubekir, Ömer ve diğer sahabelerle hasbihal etmiştir.
Bir sahabe arkasindan hırkasını sert çekerek "fakirim" diye bir şey isteyince O(sas) boynundan iz bırakılan bu olay karşısında sinirlenmemiş, "varsa birşeyler vermesini" emretmiştir.
Dinimiz dilenmeyi çok zor durumda olunmadığı takdirde men etmiş, "veren eli alan elden" üstün tutmuştur...
Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem:
"Allah’ım! Âcizlikten, tembellikten, korkaklıktan, cimrilikten, yaşlılığın getirdiği tâkatsizlik ve bunaklıktan, kasvetten (katı kalplilikten), gafletten, yokluktan, zilletten, mal ve hayır azlığından, meskenetten (kötü hâlden) Sana sığınırım. Nefsin doymak bilmeyen ihtiyaç hissinden, küfürden, fâsıklıktan, hakka muhâlefetten ve ayrılıktan, nifaktan, süm’adan (amelleri insanların duyması için yapmaktan), riyâdan Sana sığınırım. Sağırlıktan, dilsizlikten, delilikten, cüzzamdan, barastan ve her türlü kötü ve müzmin hastalıklardan Sana sığınırım.” (Buhâri, Tefsir, 16/1; Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: 1489; Hâkim, el-Müstedrek, I, 712/1944)
Fakir olmak bir utanç vesilesi değildir.
Devlet, ülkede bulunan fakir, yoksul ve ihtiyaç sahiplerine yardım etme görevi vardır.
Zenginin malı, fakirin duası hak yolunda olması dünya ve ahiret saadeti için elzemdir.