GÖZYAŞLARI VE GÖZYAŞDANLIK

İstanbul metropol bir kent. Bu metropol kentte iş bulmak zor, işe gitmek zor, gitmemekse  daha zor.

Bir yaşam kavgasıdır yaşadığımız hayat, yaşadığımız zannediyoruz bu efsane kentte.

Bizler İstanbul’u; İstanbul bizi bitirdi. Saat 08.30 suları, işe gitmek için Avcılarda metrobüse bindim, metrobüs tıklım tıklım, alabildiğine dolu.

Ne de olsa serde şairlik var. Köşe yazarlığı sevdası var. Ayakta olduğum için kitap okuyamıyorum. O halde insanların yüzlerini seyretmek güzel olmalı diyorum, gözlem anlamında. Çevremdeki simaları inceliyorum anlayabildiğim kadarıyla. Yorgun simalar, uykusuz insanlar zira esniyorlar. Fakir insanlar, yüzlerinde renk yok kanlı canlı değiller. Kıllık kıyafetleri seçkin değil, ütülü değil. İç açıcı olmayan canlı bir tablo izliyorum. Tam önümde oturan sade giyimli genç ve güzel olmayan bir bayan sessizce ağlıyor.

Dünyanın her coğrafyasında tarihli kazılar olur. Bu kazılarda ince belli çay bardaklarının üç dört katı büyüklüğünde kulplu gözyaşdanlıklar bulunur.

Roma döneminde, Helenizm kültüründe v.s. zira yakut elmas, inci, altın ve daha nice değerli ziynetler bile insanoğlunun gözyaşları kadar değerli değildir. Bu yüzden o pahalı gözyaşları heba olmasın diye, yere dökülmesin diye, kraliçelere özel gözyaşdanlık hediye edilirmiş.

O genç ve güzel olmayan bayanın oldukça değerli gözyaşları heba oluyordu. Üzüntüm bir bayanın kontrolsüzce toplum içinde ağlamasıydı. Tesellim ise bana ve yazacağım makaleye konu olmasaydı. Keşke ağlamasaydı, ya da ağlatılmasaydı ben de başka bir makale yazsaydım.

Zira bu ülkede her eylem, olay, gözlem bir makale, bir roman, bir belgesel olabilecek nitelikte, marjinal ve ekstrem nitelik ve nicelikte.

Sevgi, kin, mutluk, dram, gözyaşı, kahkaha tüm insanların ortak paydası diye bir algı var bende.

Ucuza akan o gözyaşları beni alıp 1983 sonbaharında İrlanda Dublin’de yazmış olduğum minik bir şiirime götürdü beni. Ben de duygulandım. İzin verirseniz sizlerle o şiirimi paylaşmak istiyorum.                                                   

 

Ben o siyah gözlü

Siyah giysili,

Kara bahtlı

İrlandalı kadını

Hep ağlarken görürdüm.

Ben o ağlayan

Güzel kadını

Beyaz giysiler içinde

Bir de gülerken

Ah ne olurdu

Görebilseydim (1 Eylül, Dublin 1983)

 

Ağlıyorum, ağlıyorsun, ağlıyorlar, ortalıklar da gözyaşdanlıklar yok. Boşu boşuna akıyor o paha biçilmez gözyaşlarımız. İçimden bir gizemli ses “Mehmet, bir daha da metrobüse binme” diyor.

Çünkü ben insanları ağlarken görmek istemem. Gülen, mutlu olan, mutlu eden birey ve toplulukların özlemini hayal eden şair ruhlu biriyim.

Genel kanaatim şu ki insanları ağlatmamalıyız, öldürmemeliyiz. Zira insanlar zaten ölümlüdürler.

Amerikalı yazar MC Shirley der ki; Bizler gözyaşlarımızın ve kahkahalarımızın esiri miyiz? Yaratıcısı mıyız.

Doğrusu alabildiğince düşündürücü.

Sloganımız: Kimseyi ağlatmadan, ağlamadan, aldatmadan, mutlu, sağlıklı, güçlü, eğitimli birey ve topluluklar elde ederek, el ele, gönül gönüle nice güzel ufuklara, bitimsiz sevgilere birlikte yol kat etmek dileklerimle güzel ve düşündüren bir sözle bitiriyorum:

Şen çehreme bakıp da sanmayın bu bahtiyardır, aslında her kahkahamın altında binlerce gözyaşları vardır…”

Kalın sağlıkla Sonsöz okurlarımız.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ