- 26-12-2024 00:01
- 25-12-2024 16:51
- 1102
Dicle Anter’in hikayesi, yalnızca bir yaşam öyküsü değil, aynı zamanda bir halkın mücadelesinin ve bireyin direnişinin yankısıdır.
Apê Musa’nın oğlu olarak dünyaya gelen Dicle Anter, babasından devraldığı mirası, hayata olan inancıyla yoğurmuş; İstanbul’dan İsveç’e, Mardin’den Batman’a, Batman’dan Dersim’e uzanan bir hayatın içinde kendini yeniden ve yeniden inşa etmiştir.
Futbol sahasında başlayan bir hikâye, zamanla politik mücadeleye, sanata, düşünceye ve en nihayetinde hayata dair derin bir felsefeye dönüşmüştür. Onun sahadaki adımları, halkının varlık mücadelesindeki sessiz bir yankı gibi; her gol, aslında yeni bir umut, her pas, gelecek nesillere uzatılan bir yaşam çağrısıydı.
Dicle Anter, İsveç’in soğuk sokaklarında yeni bir kimlik ararken, dilini, kültürünü ve halkını hep yüreğinde taşıdı. Antrenörlük yaptığı yıllarda yalnızca bir sporcu değil, bir yaşam öğretmeni oldu; gençlere disiplini değil, inancı, mücadeleyi ve dayanışmayı aşıladı. İsveç’te geçen yıllar, onun bir birey olarak büyümesini sağladı ama Anter, asla köklerinden kopmadı. Apê Musa’nın ardından döndüğü Türkiye, onun için bir kavuşma değil, daha çok yeni bir savaşın başlangıcıydı.
Batman yılları, Dicle Anter’in sadece bir belediye çalışanı değil, bir halkın sesi olma çabasıyla geçti. Yılmaz Güney Sineması’nda yürüttüğü idari görev, onun sanata ve kültüre olan derin inancını yansıtır. Her film, her etkinlik, aslında halkın direncine bir selam niteliğindeydi. Ancak hayatı boyunca mücadele etmek zorunda kaldığı yasaklar, kızının adı “Asiwa” üzerinden de devam etti. “W” harfi gibi küçük görünen bir detay, aslında halkın kültürünün ve varoluşunun sistematik olarak reddedilmesinin simgesiydi. Anter ailesi, bu yasaklara boyun eğmedi; adalet için savaştılar, tıpkı Apê Musa gibi.
Dicle Anter’in Pertek’te başlayan yeni hayatı, bir vazgeçişin değil, daha derin bir kavrayışın hikâyesiydi. Sessiz dağlar ve derin vadiler arasında, eşi Helin ve kızı Asiwa ile kurduğu yaşam, onun entelektüel birikimiyle yoğrulmuş, sade ama anlamlı bir dünyaya dönüştü. Pertek’in köyünde toprağa dokunurken, aslında bir halkın toprağına olan özlemini gideriyor gibiydi. Onun köşe yazıları, bu yalnızlığın içinden yükselen bir bilgelik sesi oldu; kimi zaman bir halk türküsü, kimi zaman çınlayan bir ağıt gibi yankılandı.
Onun esprili ama derinlikli kişiliği, hayatın yüklerini hafifletirken etrafına umut aşılamayı başardı. Hayatın hiçbir köşesine boyun eğmeyen Anter, prensiplerinden asla ödün vermeyen bir dağ çiçeği gibi dimdik ayakta kaldı. Eşi Helin ve kızı Asiwa ile kurduğu aile, zorluklara karşı bir sevgi ve dayanışma kalesiydi.
Dicle Anter, gittiği her yerde iz bıraktı, her kalpte bir yankı oldu. Şimdi, Pertek’in köyünde esen rüzgârlarla yankılanan o güçlü ses, insanlara ilham vermeye devam ediyor. Onu tanıyanlar, “Dicle Apo’yu” asla unutmayacaklar. O, bir halkın tarihine yazılmış bir isim, bir ailenin köklerine işlenmiş bir bilge çınardır.