- 18-09-2016 19:51
- 18768
Allah sizi gündemden korusun, diyeceğim ama sizin kendinizi korumaya niyetiniz yok.
İşim gereği olmasa tek bir haber okumaya, neler oluyor diye ne televizyona ne de internete bakmaya niyetim yok.
Ama maalesef benim öyle bir şansım yok.
Yaşıtlarım adına şunu söyleyebilirim ki doğduğumuz günden beri yaşamadığımız politik, siyasal abuk subuk hal kalmadı.
Kendi adıma artık neyin doğru, neyin kurgu olduğunu bilmiyorum, artık diyeceğim ama meğerse hiçbir zaman bilmemişim.
Eskiden bir bilginin herhangi bir kitap ya da basılı eserde yazılı olması, insanların nezdinde doğru olması için yeterdi, ama şimdi işin rengi çok değişti.
Eskiler iddialarını desteklemek için Kürtçe ifade biçimiyle, daha doğrusu Türkçeden bozma Kürtçe ifade biçimiyle, “kitebe de diniwsıne” derdi.
Bu söz “kitapta yazıyor” anlamına gelse de temelde sözü söyleyenin inandığı kutsal kitabında yazdığı anlamında kullanılıyordu.
Sözü söyleyen iddiasını kutsal kitaba dayandırdıktan sonra karşı tarafa söyleyecek bir şey kalmıyordu.
Çünkü iddia kitapta yer alıyordu ve kitap Allah’ın kelamı kutsal bir kitaptı. Hâşâ o iddiaya karşı gelmek aksini söylemek olmazdı.
Bu kimileri için farklı bir kitap olsa da biz Müslümanlar için Kuran-ı Kerimdi. Ve o Kuran okuyup anlamak için değil, öpülüp anla sürülmek, el basmak için hepimizin evlerinde, işlemeli kılıflara konarak, evin en güzel, en temiz duvarına çocukların erişemeyeceği bir yüksekliğe asılırdı.
Sonra büyüyüp okula başlayınca, işlemeli kılıfları içinde ya boynumuza asarak ya da başımızın üstünde taşıyarak camilerin yolunu tuttuk.
Arapça okumaya başladık.
Ne dediğini bilmeden, anlamaya çalışmadan okumaya başladık. İşlemeli kılıfı içinden çıkardık belki ama başımızın üstünden, kalbimizin üstüne indiremedik.
Rabbimin kelamını anlamak kaygısına da düşmedik, çünkü birileri bizim için anlıyor ve anladığını bize dayatıyordu.
Bu birileri bazen caminin imamı, bazen mahallenin şeyhi oluyordu. Ve biz Kur’ana iman eden Müslümanlar kitabı değil, o hocaların, şeyhlerin anladığını ya da bize anlayın dediğini kutsuyorduk.
Onların “anlamayın, bize inanın” dediklerini kutsuyor ve aynı kutsal kitabın içinde karşılıklı cepheler açıp savaşıyor, birbirimizi katlediyor aynı Allah’ın rızası ve aynı cennetin sevdasıyla ölüyor, öldürüyorduk.
Bugün yaşadığımız coğrafyada, hatta dünyanın bütününde aynı cehaletin, aynı körlüğün kurbanları ve cellâtları olmaya devam ediyoruz.
Artık “kitapta yazıyor” diyen ve iddiasına bizi teslim alan yaşlılarımız yok belki ama kitap gibi liderlerimiz ve politik etiketlerimiz var.
Herkes liderine ve partisine inanıyor. Herkes çıkarına iman ediyor.
Düşmanlığına, nefretine ve cinayetine, liderinin hınçla sıktığı dişlerini ve sıkılmış yumruklarından uzatılmış parmağını delil gösteriyor.
Kalplerimizin üstünde taşımasak da artık duvarlarımızda ne işlemeli kılıflar ne de o kılıflarda sığındığımız kitaplarımız yok.
Belki de çivi çakmaya kıyamadığımız içindir dünya malına.
Oysa beynimize çakılan çivilerin haddi hesabı yok. Kalplerimize giydirdiğimiz amblem ve sembollerin haddi hesabı yok.
Haddi yok bizi öldürenlerin ve sanmasınlar hesabı olmayacak.