- 13-02-2019 17:43
- 36
Hoşlanmasak da, uzak durmaya çelişsek de, koruyucu tedbirler alsak da ve çokça çaba göstersek de yine de hastalık bir yolunun bulur bizi ziyaret eder.
Yaşlının biri doktora gider;
"Doktor bey sırtım ağrıyor" doktor, "yaşlılıktandır"
Adam "dizim ağrıyor takatim kalmamış"
Doktor "yaşlılıktandır"
Adam "gözlerim eskisi gibi görmüyor, dişlerim düşüyor"
Doktor "yaşlılıktandır", demiş.
Sinirlenen amca ağzının bükerek "eyye eye" değince
Doktor "bu da yaşlılıktandır" demiş.
İnsanların, hastalanması, yaşlanması ve ölmesi nasıl ki doğal bir olaysa, toplulukların, devletlerin de bu süreçleri yaşamaları doğal ve Allah'ın hikmetlerindendir.
Hastalığın varlığı tedavinin lüzumunu gerektirir.
Bu da işin ehli olan uzman doktora ve onun önerdiği reçeteye uygun tedavi ile mümkündür.
İslam âlemi yüz yıldan fazladır manevi bir hastalık geçirmektedir.
Üstat Bediüzzaman bu hastalığı 1327 Rumî senesinin başı olan Mart ayı içinde yani 1911'in üçüncü ayı içinde, Şam ulemâsının ısrarıyla Emeviye Camii’sinde okuduğu hutbe ile tespit etmiş ve tedavi reçetesini de söylemiştir.
Bediüzzaman:
"Ben bu zaman ve zeminde, beşerin hayat-ı içtimaiye medresesinde ders aldım ve bildim ki: Ecnebiler, Avrupalılar terakkide istikbale uçmalarıyla beraber bizi maddî cihette kurûn-u vustâda durduran ve tevkif eden altı tane hastalıktır. O hastalıklar da bunlardır:
Birincisi: Ye'sin, ümitsizliğin içimizde hayat bulup dirilmesi.
İkincisi: Sıdkın hayat-ı içtimaiye-i siyasiyede ölmesi.
Üçüncüsü: Adavete muhabbet.
Dördüncüsü: Ehl-i imanı birbirine bağlayan nuranî rabıtaları bilmemek.
Beşincisi: Çeşit çeşit sâri hastalıklar gibi intişar eden istibdat.
Altıncısı: Menfaat-i şahsiyesine himmeti hasretmek.
Bu altı dehşetli hastalığın ilâcını da bir tıp fakültesi hükmünde hayat-ı içtimaiyemizde, eczahane-i Kur'aniye'den ders aldığım "altı kelime" ile beyan ediyorum. (Hutbe-i Şamiye)
Yüz yıldan fazladır tespit edilen bu manevi hastalıklar ve tedavi yöntemi maalesef uygulanmamış, kale alınmış ve reçeteyi okumakla yetinilmiştir.
Netice itibariyle hastalık tedavi edilmemiş ve İslam alemi manevî hastalıktan kurtulmamıştır.
İslam'ın şiddetle yasakladığı; yalan, dolan, insan hakları ihlalleri, cinayet, hırsızlık, güveni kötüye kullanmak, ümitsizlik ve daha niceleri olağan hâle gelmiştir.
Ahlakı çöküntü gün geçtikçe artmakta, zina, uyuşturucu, kumar ve faiz olağan hale gelmektedir.
İslam alemi ümmet olma yerine devletlerle ayrılmış, kardeşlik hukuku yerini vatandaşlık hukuku almış, vatandaşlarda siyasilerin oyuncağı olmuş, sağcısı ile solcusu bir birinden kopuk, bir birini anlayamayan bir hal almıştır.
Bediüzzaman:
"Öyle ise, hayat-ı içtimaiyemizin esası olan sıdkı, doğruluğu içimizde ihya edip onunla manevî hastalıklarımızı tedavi etmeliyiz.
Evet, sıdk ve doğruluk, İslâmiyet’in hayat-ı içtimaiyesinde ukde-i hayatiyesidir. Riyakârlık, fiilî bir nevi yalancılıktır. Dalkavukluk ve tasannu, alçakça bir yalancılıktır. Nifak ve münafıklık, muzır bir yalancılıktır. Yalancılık ise, Sâni'-i Zülcelal'in kudretine iftira etmektir.
Küfür, bütün enva'ıyla kizbdir, yalancılıktır. İman sıdktır, doğruluktur. Bu sırra binaen kizb ve sıdkın ortasında hadsiz bir mesafe var; şark ve garb kadar birbirinden uzak olmak lâzım geliyor. Nar ve nur gibi birbirine girmemek lâzım. Halbuki gaddar siyaset ve zalim propaganda birbirini karıştırmış, beşerin kemalâtını da karıştırmış. (Hutbe-i Şamiye)