- 07-08-2018 21:28
- 17592
Utanma duygusu, utanç, utanma, sıklıma manasına gelen Hayâ, İslam dinine göre İmanın bir parçasıdır.
Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem:
“Haya imandadır” (Müslim)
Ar manasına da gelebildiği gibi, edep ve ahlak manasında da kullanılabilir.
Diğer canlılardan farklı olarak İnsan, hayatın akışı içinde bu duygusunu muhafaza etme, daha iyi bir seviyeye çıkarma veya hayasını yitirme durumuna gelebilme özelliği ile farklıdır.
Şeytanın insanı zorlamadan en fazla kandırdığı ve kendisine yandaş yaptığı kötü amellerin başında da hayâ ve Edep gelir.
Tahribatı çok yüksek olan, toplumun düzen ve ahengini bozan, öldükten sonra kişiyi en fazla cehenneme götüren ameldir de.
Haya; günümüz dünyasında yaygın olan, İslam ülkelerinde giderek etkisini göstermektedir.
Manevi hastalığın kanseri olan hayâ maalesef ülkemizde de kendisini açık biçimde his ettirmektedir.
Erkeklerin haya’lı olması güzel, kadınların haya konusunda daha titiz olmaları en güzel olanıdır.
Dinen örtünmesi gereken yerleri örtünmeyen ve bunu teşhir eden ister erkek ister kadın olsun İslam’a göre haya sınırını aşmış hayasız bir durum söz konusudur.
Kişi: “Özgürlük”, “Allah’ın yaratığı güzelliği insanlar gösterme”, “Vücut benim kimse karışamaz”, “Moda”, “Herkes yapıyor, benimki mi göze batıyor” ve benzeri bahanelerle kendi teselli etmeye çalışsa da bu hayâsızlığın ahirette bir bedelinin olduğu unutulmamalıdır.
Diyarbakır gibi namus konusunda tutucu olan bir kente bayanların karın ve göbeklerini açarak çarşıda dolaşmaları, yırtık pantolonlarla vücutlarını göstermeleri, dar elbise, kot pantolon, pijama ve kapı giymeleri, edep ve haya ile izah etmek mümkün değildir.
Ön kısmın büyük çoğunluğu, arka tarafın ta kalçalara karar açık olması, erkekleri tahrik etse de cehennem ateşindeki azabını da artır.
Çok fazla değil bundan yirmi, yirmi beş yıl önce “Hocam eşim pijama giymek istiyor caiz mi?” diye fetva isteyen bir toplumdan, deniz kenarı değil birçok şehirde olduğu gibi Diyarbakır’da bu tür giyinme hayra alamet değildir.
Vücutlarının örtünen kısmı açık olandan az olması kişiyi cazibeli yapmadığı gibi sebep olduğu günahlardan dolayı tövbe etmemişse öldükten sonra ayrıca hesap vereceğidir.
Yine günlük kiralık evler, bayan, erkek sınır tanımayan arkadaşlılar, hayâsızlığın geldiği boyutu göstermesi bakımından ibretliktir.
Özellikle siyaset aşkı ile gözleri kör, kulakları sağır ve kalpleri hissiz olanlar diye bilir ki “daha önce de bu tür şeyler vardı” deriz ki adama sormuşlar “İsmin ne?” o “Muuuusa” demiş, ona demişler ki “benim adım da Musa ancak seninki gibi değil” evet gerçekten son on yılda, hayâ konusunda felaket denilecek seviyeye gelmişizdir. Maalesef tedbir makamı olan iktidar ise bu konuda hiçbir şey yapmadığı gibi Avrupa uyum yasaları işe daha da berbat etmiştir.
Allah’ın mülkünde olacak, onun nimetleri ile hayatını sürdürecek, onun emrine uymayacak, tövbe etmeyecek ve ceza görmeyeceksin? Öldükten sonra yaptığın karşılığı olmayacak? Çok komik.
Eğer ölüme çare bulabiliyorsa istediği gibi yaşamasına devam etsin, yok eğer bir gün öleceği kesinse o zaman bir defa değil bin defa düşünsün.
Ahrette; “insan hakları”, “özgürlükler”, “moda”, “herkes yapıyordu bende yaptım”, “bunca günahlar içinde benim ki ne ki?” Benzeri mazeretlerin hiç birisi geçerli değildir.
Miskalı zerre kadar, yanı en küçük bir iyilik ve kötülüğün (zilzal suresi) kayıp olmadığı mahkeme-ı kubra’da, hayır ve hasanenin tartılacağı ve hayır tartısının hafif olanlarını haviye yanı cehennem ateşinin onları kucaklayan anneleri (Karia suresi) olacağı bir gerçektir.
Ateş ve yanma, geçenlerde hastanenin yanık ünitesine gitmiştim ayakları yanan bir çocuğu görmüştüm, tüm ağrı kesici ilaçlara rağmen onun çektiği acı ve çığlık…
Tavsiyem şu ki kısacık dünya ömrü için ahretimizi tehlikeye atmayalım. Şeytan ve nefsin arzularına uyarak örtülmesi gereken yerleri açmayalım, varsa günahlarınızda tövbe edelim.
Ölümden sonra dönüş olmadığı gibi tövbeler de kabul olmaz. Yakacağı taş ve insan olan, acıma duygusu olmayan zebanı meleklerinden kendinizi korumak için şimdiden çalışalım.