HOŞ GELDİ, HOŞ BULAMADI BİZİ

Her Ramazan ayının klasiğidir. Birbirimizin kafasını gözünü yarmak için en ufak kıvılcım yeter hepimize. Çarşıda, pazarda, sokakta, yolda, kimsenin kimseye tahammülü kalmaz. Birbirimizi bıçaklar kurşunlar boğazlar açlık ve susuzlukla imtihanımızı birbirimize saldırarak geçiştirmeye çalışırız. Lafa gelince de “Hoş geldin On bir Ayın Sultanı Ramazan”... Ne kadar hoş hakikaten.

Nasıl bir ibadettir ki biz de karşılığı toplumsal cinnete dönüyor. Daha dün Gültepe Mahallesi’nde iki grup bıçaklarla birbirine saldırdı. Kavganın sonucunda yaralananlardan biri hayatını kaybetti. Bu nasıl bir ibadet biçimidir, anlayanınız varsa bana da anlatsın.

Yeri gelince birçoğumuz Allah’ın kul hakkını ne kadar önemsediğini bilir ve söyleriz ama icraat öylemi ki?

Ramazan gelir “11 ayın sultanı” bir davul gürültüsü (ki eskiden öyle değilmiş, her ne kadar görmediysem de maniler eşlik edermiş makamına uygun çalınan davulun) ile uykusundan uyanmış ve anne marifetiyle donatılmış bir sofranın başına uykulu gözlerle oturup tıka basa yendikten sonra ezana kadar suyla şişirilip karınlar üstüne namaz kılınıp yatılıyor.

Ardından öğlen sonrasına uzatılmış sabah fasılları. (Yenmeyip içilmeyecekse neden uyansın ki insan değil mi ama) Oruç ya da günün uykuyla bitirilemeyeceği anlaşılınca ikindi vakitleri çarşı pazara çıkılır ekşimiş bir surat çatılmış kaşlar ile. Sanki bıçaklanacak dalaşılacak birilerini arar herkes.

Oysa böyle değil Ramazan bu değil oruç. Rabbim bunu istemiyor hiçbirimizden. Peki, niye böyle oluyor dersiniz. Belki de orucu birbirimize zorla tutturduğumuz için, bir açlık ve susuzluktan ibaret kalıyor.

Bir düşünün Batman’da oruçlu sandıklarınızın ne kadarı gerçekten oruçlu?

Oruçlulardan ne kadarı mahalle baskısı olmasa da oruç tutar? Oruç tutacakların ne kadarı orucu geleneksel ve toplumsal bir ayin olarak tutacak, ne kadarı bir ibadet olarak.

Sizce de yukarda bahsettiğim ve her Ramazan yaşadığımız toplumsal cinnet hali biraz da demin ortaya koyduğum tablonun baskı tablosunun sonucu değil mi?

Oruç tutmasa da tutuyormuş gibi davranmak zorunda bıraktıklarımız. Bütün bir kent ile onlara açlık ve susuzluk dayattığımız bir kültürden bahsediyorum.

Bu kültür İslam kültürü değil. Bu ahlak Müslüman ahlakı değil. Hastasına, yaşlısına, çocuğuna yoldan gelmişine ya da inanmayanına, kendimizde karşılığı ibadet olan bu açlık ve susuzluğu dayatmanın anlamı nedir.

Neymiş, saygılı olmak zorundalar. Kimler, oruç tutmayanlar. Nasıl? Ramazan’da aç kalarak, yemeyerek, içmeyerek. İnsanları dinden soğutmaktır bu. İnsanlara bir dinin ibadetlerini inanmadan dayatırsanız onları dinden en hızlı biçimde nefret ettirirsiniz.

Hoş geldin on bir ayın sultanı” keşke hoş geldiğinde hoş da bulabilseydin bizi. Ama maalesef. Ne hoşluğumuz kalmış ne hoşgörümüz. Açlık ve susuzlukla kıvranan bir sinir halinden başka bir şeyimiz yok.

Gösterişli sofralarla kendimizi ve misafirlerimizi bir israfın içine boğmaktan başka meziyetimiz yok.

Açlığın verdiği açgözlülükle alıp eve götürdüğümüz onlarca poşetin yarısını başka bir kapıya bıraktığımız yok.

O kapıyı çalıp sofrasına oturduğumuz yok. Sofrasına oturduğumuzu dinleyip, duyup anladığımız yok.

Hoş geldin ey on bir ayın sultanı, keşke hoş da bulabileydin.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ