- 06-10-2015 21:22
- 162
Geçen sen tam da bu dönemlerde “insan, anız yakan bir hayvandır” tanımını yazımın başlığı olarak atmıştım.
Dün geceden beri ve sabah daha keskin halde yoğunluğunu arttıran anız yangınlarının dumanıyla yaşanmaz bir hale döndü bütün Batman.
Sevdiğim bir abim ve de komşum aradı bir diğer arkadaşımızın artık dayanılmaz hale gelen anız yangınlarıyla geçen sene yazdığım yazıya attığım başlığı bir daha yayınlamamı rica etti. Memleketin derdiyle dertlenen o güzel insanları kırmak mümkün değil.
Ağız dolusu sinkaflı küfürlerle bütün bir sayfayı bezemek istesem de edebim buna elvermiyor.
Her sene bu dönemlerde çiftçilerin ekinlerden kalan kalıntılardan kurtulmak için, zahmetsiz bir yol olarak gördükleri anız yangınları, hepimizin ciğerlerini kapladı nefes alamaz hale getirdi memleketi.
Zaten yeşil alan özürlüsü bir memlekette yaşamanın, tozun dumanın içinde büyümenin bütün arızalarını taşıyan Batmanlılar yetmezmiş gibi bir de anız yangınlarının dumanı içinde boğulup duruyor.
Sözüm ona daha rahat tarlalarını sürmek için toprağının bütün besin elementlerini anız yangınlarına kurban eden çiftçiler eminim ki o besinlerin toprağın ilk beş santimetresinde saklı olduğunu ve anız yangınlarının o beş santimetredeki besinleri de beraberinde yaktığını biliyorlardır. Ve o besin değerlerinin en az bir yüzyılda tekrar oluşabildiğini de biliyorlardır. O köylüler o çiftçiler buna rağmen niye yapıyorlar diyeceksiniz?
Çünkü anızlarla yaktıkları toprağın besin değerlerini suni gübrelerle telafi edebileceklerini öğrenmişler. Ama öğrenemedikleri nedir?
O Suni gübrenin hiçbir zaman toprağın doğal besinlerinin yerini tutamayacağı. Ve o suni gübrelerle ektikleri tarlalarında yetiştirdikleri suni gıdalarla yetiştirecekleri çocuklarının kendilerinden de daha hayvan ve geri zekalı bir nesil olarak büyüyeceği.
Bilmiyorlar mı her gün o dumanın içinde soluk alamayanların her gün onlara lanet okuyor. Biliyorlar ama buna rağmen yakıyorlar.
Yakıyorlar çünkü o köylüler okunana o lanet ve bedduadan da korkmuyorlar. Çünkü o köylüler her ne kadar dindar görünse de Allah’a da inanmıyorlar.
Ve biliyorlar o anızlarını yaktıkları topraklarında bulunan solucanlar ve böcekler toprakta açtıkları gözeneklerle toprağın soluk almasını sağlıyorlar ama buna rağmen o solucanlarla birlikte topraklarını da hepimizi boğuyorlar.
Çünkü bir yıldan fazla uzun vadeli düşünecek zekâları yok ki onların 100 yıl sonrasını düşünmelerini bekleyelim.
Onların için dünya, evlerinden ve bahçelerinden ya da tarlalarından geniş ya da büyük değil ki seni, beni komşusunu düşünüp endişelensin. Vicdanları ceplerinde tembelliklerindedir onların.
Şükrü Erbaş’ın “Köylüleri Niçin Öldürmeliyiz” şiirinde sorduğu sorunun cevabıdır yukarıdaki hal.
Köylüleri niçin öldürmeliyiz?
Çünkü onlar ağırkanlı adamlardır
Değişen bir dünyaya karşı
Kerpiç duvarlar gibi katı
Çakırdikenleri gibi susuz
Kayıtsızca direnerek yaşarlar.
Aptal, kaba ve kurnazdırlar.
İnanarak ve kolayca yalan söylerler.
Paraları olsa da
Yoksul görünmek gibi bir hünerleri vardır.
Her şeyi hafife alır ve herkese söverler.
Yağmuru, rüzgarı ve güneşi
Bir gün olsun ekinleri akıllarına gelmeden
Düşünemezler...
Ve birbirlerinin sınırlarını sürerek
Topraklarını büyütmeye çalışırlar.
Köylüleri niçin öldürmeliyiz?
….
Dindardırlar ahret korkusu içinde
Ama bir kadının topuklarından
Memelerini görecek kadar bıçkındırlar
Harmanı kaldırdıktan sonra yılda bir kez
Şehre giderler!
Köylüleri niçin öldürmeliyiz?