- 05-10-2022 00:00
- 04-10-2022 16:57
- 3442
İnsanları insan yapan nedir Diye sorsak “İnsanların bir arada adalet ve hakkaniyetile yaşamasıdır.” Diye cevap alırız birçok kişiden.
İnsanlar “Adalet ve hakkaniyet ile nasıl yaşayabilirler?” diyerek bir ikinci soru sorsak o zamanda herkes kendi düşünce ve felsefesini ileri sürer.
Kimi sosyalist yaşam tarzı der, kimi Kemalist, kimi Faşist, kimi kapitalist, kimi liberal yaşam tarzı, der. Kimileri de özgür ve sınırsız bir yaşam tarzı isterler sanki bu mümkünmüş gibi. Tabi ki sonsuz özgürlük, sınırsızlık diğer insanların özgürlüklerini yok eder. Özgürlük; ancak “Diğer insanların özgürlüğünün başladığı yerde biter.”
Kimileri de Cumhuriyet, Demokrasi, gibi yönetim şekillerini yaşam tarzıymış gibi göstermeye ve insanlara yutturmaya çalışırlar. Oysa toplumların yaşam tarzları ile yönetim şekilleri farklıdır. Her yaşam tarzının bir yönetimi olabilir ama her yönetimin belirlediği bir yaşam tarzı yoktur.
Ne yazık ki Adalet ve hakkaniyeti isteyen bu tür yönetimler tecrübeyle sabittir ki hiçbir şekilde adil bir yaşam tarzı ortaya koyamamışlardır. İnsanların yaşamlarını kanunlarla bir düzene koysalar da insanlığa adil bir düzen getirememişlerdir.
Bunlarla birlikte dünyaya adalet ve hakkaniyeti getireceklerini iddia eden ve dünyanın jandarmalığına soyunan üç büyük devlet vardır.
Bunlardan ilki Sovyet Rusya idi ki bu devlet Gorbaçov’un sosyalizm koltuğunu devirmesiyle bu iddiasından neredeyse vaz geçecek hale gelmiştir. Onun düşünce ve felsefesi ile yola çıkanların büyük bir kısmı bu duruma ayak uyduramayıp biraz bocaladıktan sonra çareyi karşıtı oldukları Amerikan Emperyalizmine teslim olmakta ve ona boyun eğmekte bulmuşlardır. Bu tür Adaletçilerin ne anti Emperyalistlikleri kalmış ne de özgürlükleri kılamıştır.
Emperyalist ve Sömürgeci Amerika bas bas bağırarak “Bizlerin çıkarları her şeyin üstündedir.” doktrini iletek değer verdikleri şeyin çıkar ve menfaatleri olduğunu ilanın malumu ile ortaya koymuşlardır.
Bu Doktrin, özgürlük ve bağımsızlık yanlısı Sosyalizm söylemcileri olan Sosyalistleri de önlerine katarak Amerika’nın emellerine can u gönülden hizmet etmeye başlamışlardır.
Böylelikle Emperyalist Amerika, tüm insanları kendi menfaat ve çıkarları için kullanabilmektedir.
Bir diğer ülkede Cumhuriyet ve Demokrasi taraftarı olarak geçinen İngiltere’dir. Tabi ki asırlardır dünya üzerinde kurdukları hâkimiyetlerle diğer ülkeleri kendilerine bağlayarak dünyanın yarısına hükmeden Birleşik bir Devlet oluşturmuşlar.
Sözüm ona insanları özgürleştirdiklerini iddia ederek insanları kendi çıkarları için köleleştirmektedirler.
Aslında asıl ismi “Büyük Krallık” olan İngilizlerin son yüzyılda ülkemiz başta olmak üzere yıkmış olduğu imparatorlukların yerine çok başlı sistemler olan parlamenter sistemlerle daha kolay yönetebilecekleri yeni devletler kurmuşlardır. Bu sistemler özde demokratik görünse de esasta çok başlı kargaşaya müsait yönetimlerdir. Diğer ülkeler tarafından karıştırılmaları kolaydır. Bu durum ülkenin birlik ve beraberliğini bozarken güçlü olmalarını da önlemektedir.
İngiltere Kraliçesinin ölümü ile İngiltere Devletinin aslında dünyanın yarısını yöneten Büyük bir Krallıktan oluştuğunu ve Avusturya, Hindistan ve birçok Ortadoğu ülkesinin bu krallığa bağlı olduğunu maalesef daha yeni anlayabilmekteyiz.
“Büyük Krallık;” bizlere İngiltere Birleşik Devletleri olarak yutturulmuştur.
Bu devletler; insanları kendi çıkarları için kullanmanın haricinde insanlığa sundukları bir şey yoktur. Halklar için Adalet ve Hakkaniyeti getirmeleri mümkün olmadığı gibi asırlardır ele geçirdikleri yerlerde yaptıkları zulüm ve katliamlar toplumlara akan kusturmuşlardır.
Kendi çıkarlarını ve menfaatlerini her şeyin üzerinde görenlerin insanlara adalet ve hakkaniyeti sunmaları mümkün değildir. Adalet ve hakkaniyetin gerçekleşmesi ancak çıkar ve menfaatlerin feda edilmesi ile gerçekleşebilir.
Medeniyetlere baktığımızda ilk insandan günümüze kadar adalet ve hakkaniyetin temellerini İlahi düşüncelerin merkezlerinde atıldığını görürüz.
İster, tarihi bilgi ve birikimlere bakalım, istersek te Arkeolojik inceleme ve araştırmalara bakalım, insanlık tarihinden günümüze kadar medeniyeti oluşturan toplumların İlahi düşüncelere sahip toplumlar olduğunu görürüz.
Sadece ilahi düşünceye yani Allah inancına sahip toplumların, kendi menfaatlerini başka insanlar için feda ettiklerini, kendi çıkar ve menfaatlerini diğer insanların yaşamlarını güzelleştirmek için kullandıkları belgelerle ispatlıdır.
Tarihin karanlıklarında kalmış Arkeolojik kazılardan elde edilen kalıntı ve bilgiler de bunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Yine aynı şekilde yazıyı mükemmel bir şekilde kullanmış olan ve devlet yönetimlerinde kilden tabletlere bunu büyük bir sanatla işleyen Sümerler başta olmak üzere tüm toplumlarda ilahi yaşamın izlerini görmek mümkündür.
Ve bu yaşam tarzları istisnasız tüm geçmiş toplumlarda insanları insanlığa hizmet etmek, insanlara yardımcı olmak, fedakârlıkta bulunmak ve bu yaptıklarının karşılığını her şeyi yoktan var eden büyük zattan beklemeleri gerektiğini öğretmişlerdir.
Sonradan gelenler, bu ilahi öğretileri kendi çıkarları için değiştirmekten çekinmemiş,İlahi düzenleri yıkarak menfaatlerine hizmet eden müşrik toplumların oluşmasına neden olmuşlardır.
Bunun sonucunda İlahi düzenlere ortak koşan Ceberrut iktidar sahipleri Nemrut ve Firawnlar ortaya çıkmıştır. Bu yönetici ve yönetimler İlahi sistemler tarafından kötülenmiş, yerilmiş ve toplumları yönetmekten uzaklaştırılmışlardır. Veya toplumların bu yöneticilerden uzaklaştırılması sağlanmıştır.