KENDİMİ KAYBETTİM

KENDİMİ KAYBETTİM

KENDİMİ KAYBETTİM; MEHMET HÜKÜMSÜZDÜR

-O hayaller ki; yaşayamadık

Ya da yaşatmadılar-

Demiştim ya ben Cudi dağlarının eteklerinde uygarlıktan uzak Vietnam’ı andıran güzide bir yörede doğdum.

Seçme hürriyetim olmadan ilkbaharı da Cudi dağında Nisanda erimekte olan karda, kardelen çiçekleri, nergisler ve yabani laleler toplardık ilkokul öğretmenimize aşkla, şevkle vermek üzere.

Birkaç arkadaş oturur çocukça birbirimize hayallerimizi anlatırdık. O hayaller ki hayalden öteye geçemedi. Hayal ile gerçek arasında sınırda kaldı (border dreams). Yaşayamadık ya da yaşatmadılar.

Arkadaşlarım fakirliğin sembolü olan arpa ekmeği yerlerdi katkısız kup kuru.

Benim ekmeğim buğdaydandı ve üzerinde yağlı kavurma sürülürdü. Kesinlikle onlarla paylaşırdım, hatta harçlığımı bile. Bu paylaşım beni mutlu ederdi.

Onlarca yıl geçmesine rağmen bu paylaşımcı ruhumu asla terk etmedim. Benim en büyük hayalim öğretmen olup Doğunun en ücra köşelerinde öğretmenlik yapmaktı.

Fakir halkı aydınlatmak, haklarını hukuklarını savunmalarını, onlara öğretmekti.

Yaz geceleri damda yatardık. Ellerimi uzatsam yıldızları toplayabilircesine net, berrak ve yakındılar yıldızlar bize.

Gökyüzündeki o parlak yıldızları, ben saya saya uykuya dalardım. Direncim biter uyuya kalırdım, ama onlar bir türlü bitmezlerdi. Sabah uyandığımda yok oluverirlerdi.

Masmavi bir gökyüzü ve sıfır sayıda yıldız olurdu.

Peki, nereye gitmişlerdi saya saya bitiremediğim yıldızlarım. Aradan uzun yıllar geçti.

Eğitim için İstanbul’a geldim. Üniversite ve mezuniyet, akademik kariyer, lisansüstü idealler ve evlilik, sonra iş hayatı derken, çoluk çocuğa karıştık.

Bu arada meğerse çok sular akıp gitmiş, hayat denilen bu dereden. Kendimi sorguladım, analiz ettim. Yargıladım. Varılan sonuç ve karar. Kendimi, kimliğimi kaybetmiştim, öyleyse; Mehmet hükümsüzdür.

Beni bulanların, bulabilenlerin beni bana iade etmeleri rica olunur. Kayıplar bulunsaydı, bulunabilseydi…

Kendini kaybeden keşke sadece Mehmet olsaydı bu kentte, bu metropolde…

Eş, iş, aş arayışı biz farkına varmadan uzun yıllar almış meğerse bu kısa ömrümüzden. Bilmem ki bize ne oldu? Niçin? Kim olduğumuzu? Nereden ve neden İstanbul’a geldiğimizi? Bunca zaman içinde hemen unutuverdik ya da isteyerek mi unuttuk? Bu sorulara net cevaplar bulamıyorum.

Bu şehirde başı dik durmak, onurlu yaşamak, kişiliğine, kimliğine halel getirmeden zoru başarmak. Bunca inişli çıkışlı bir bedel ödetiyormuş, geç de olsa anladım.

İstanbul insanı yutuyor, deforme ediyor, asimile ediyor.

Biz ve bizim konumuzda olan yetmiş sekiz kuşağı birer kayıp vakıayız. Böyle olmamalıydı. Sınıf arkadaşlarımın bir kısmı üniversitenin amfisinden cezaevine, oradan da idam sehpasına götürdüler.

Çocuklarım Doğuyu göremediler. Dicle’den su içemediler, Fırat’ta yüzemediler, Cudi’de çiçek toplayamadılar.

Mardin’i mi sorsam hangi coğrafyada olduğunu bile bulmakta zorlanırlar. Sosyal bir bakışla gözlemlersek suçlu yalnız biz miyiz? diye sormadan da geçemiyorum.

Antika olmuş şiir defterimdeki gözüme çarpan o yıllarda yazmış olduğum bir şiirim ki, aşağıda sizlerle paylaşmak istiyorum. Beni alıp götürdü onlarca yıl öncesine. Bu ruh haliyle yazıyorum.

Ellerinde silah, ellerimizde kalem,

Kurşun sıkıyorlar, fikir yazıyoruz,

Onlar öldürüyorlar, biz;

Savaşın galibi, inanın biz oluyoruz,

Kanımızla karanlıkları aydınlatıyoruz.

diriliyoruz,

M.EKMEN-Mayıs 1973-MARDİN

 

Gönlüme, beynime, kalemime hükmüm geçmedi, böyle hissettirdiler bana, böyle yazdırdılar bana. İş, eş, aş bulanlar istedim ki unutmasınlar geçmişi.

Bir şeyler karanlıkta kalmamalı. Yıllar sonra olsa bile, karanlıklar aydınlatılmalı.

Kalın sevgiyle, saygıdeğer Batman Sonsöz okurlarımız.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ