- 12-07-2019 22:31
- 13738
Midyat ile Şırnak'ın İlçesi İdil güzergâhına doğru yolculuk etme fırsatı yakaladınız mı bilmiyorum ama ben bu fırsatı birkaç kez yakaladım.
Bir defasında, iki ilçenin arasında gördüğüm bir grup çadırı, bizimkilere sordum.
Bizimkilerle beraber bu çadır sahiplerine tanrı misafiri olup, bir soğuk ayranlarını içme fırsatı yakaladım.
Çok doğal ve samimi insanlardı, çok sıcak sohbet havası oldu.
Ayranlar içilirken, tulum peynirlerinin, otlu kuru peynirlerinin tadına da bakıldı.
İlginç ama orada, yeraltında kocaman bir peynir şehri vardı.
Peynirler daha iyi mayalansın diye yeraltına gömüyorlarmış.
Gerçekten bunu ilk defa duymuştum.
Pek ilginç doğrusu…
Bizimkiler çadır sakinleriyle sohbet ederken, ben ise hem soğuk ayranımı yudumluyor, hem de etrafa göz gezdiriyordum.
Bazı kadınlar ateş üzerinde ısıttıkları su ile çamaşırları yıkıyor, benim yaşımdaki kız çocukları ise duruluyordu.
Diğer kadınlar ise başka bir ateşin üstünde, biz gelen misafirlere, hem çay hem de akşam yemeği pişiriyorlardı.
Bazı kadınlar ise akşamüstü eve gelen hayvanları çadıra doğru yönlendiriyorlardı.
Kendi yaşadıkları çadırlarında ise ne çamaşır makinesi ne bulaşık makinesi ne buzdolabı ne de televizyonları vardı.
Taşıma su ile tüm ihtiyaçlarını gideriyor, hatta duşlarını bile öyle alıyorlardı.
Büyükler sohbet ederken, ben de hayvanları sevmek için diğer teyzelerin yanlarına doğru ilerledim, ben de onlarla sohbet ettim.
Hepsinin birlikte çadırda yattığını, aynı tabaklardan yemek yediklerini, duş alırken ocakta su ısıtıp, yıkanmak için ise bir leğen kullandıklarını, hayvanları için sürekli göç ettiklerini, durak yerlerinin su kaynaklarına yakın, yeşil ve otlak alanlar olduğunu, kışın ise çadırlarda kalmanın çok zor olduğunu öğrendim.
Bunlar benim sorularıma verilen cevaplardı ama onların çok zorluklar yaşadıklarını belirten cevaplardı.
Ben de şöyle düşündüm.
Bir şehirli için benim gördüklerim ve onların yaşadıkları baya ilginçti.
Ben de onlar gibi doğayla iç içe yaşamak isterdim.
Ama birkaç gün sonra hevesim geçince, bu zorlukları kaldıramazdım herhalde.
Ama onlar bütün hayatları boyunca bu zorluklarla mücadele etmek zorundaydılar.
Akşam yemeğine kalmamız için çok ısrar ettiler ama üzülerek yemeğe kalamadık.
Yola ve yolculuğa devam etmemiz gerekiyordu.
Müsaade isteyip, helalleşip ayrıldık.
Acaba bir daha ki sefer, onlar orda mı olacaklardı?
Ya da başka bir yerde mi karşıma çıkacaklardı? Bilmiyorum ama onlara misafirperverlikleri, lezzetli peynirleri ve hoş sohbetleri için teşekkür ederim.
Sizin de bir gün yolunuz bir çadıra düşerse, emin olun sizde o doğal insanlarla çok güzel zamanlar geçirirsiniz.
Tıpkı benim geçirdiğim gibi...
Anneme ve babama onların kim olduğunu sordum.
Babam Kürtçe adıyla Koçer, yanlış hatırlamıyorsam annem ise Türkçe adlarının Yörük ya da Zeybek olduğunu söyledi.
Koçer ya da Yörük ne fark eder.
Eziyet çeken, zorluklarla mücadele eden, ordan oraya göçmek zorunda kalan onlardı. Allah yardımcıları olsun... Sevgilerle…