- 23-11-2014 20:06
- 28
Öğretmenlik, özelliklede ilkokul ve okul öncesi öğretmenliği, insan fıtratıyla ciddi manada çelişmektedir!
Tıpkı annelik gibi!
Kâinatın en zor varlığı olan, en akıllılıkla en aptallık rekorlarını elinde bulunduran, en iyi olmakla beraber, en zalim olma potansiyelini de taşıyan, geleceği, aldığı eğitim, öğretim ve sevgiden geçen insanı eğitmek, öğretmek…
Onların haylazlıkları, ihtiyaçları, korkuları, heyecanları, nazları, kurnazları...
Bir değil, iki değil, üç değil, 33, 43, bazen 53 kişi bir arada!
Bu insan kapasitesinin kaldırabileceği bir yük değildir!
“Anne” diyoruz, onun fedakârlığı, sevgisi, çilesi hiçbir şeyle karşılaştırılamaz diyoruz. O minnacık çocuğun yaptıklarına katlanmak, annelik dışında hiçbir duyguyla bastırılamaz biliyoruz. Ama onlar bile bazen isyan ederler, kendi öz çocukları olmalarına rağmen!
Ama elin oğlu veya kızı, en zor döneminde alıyor çocuklarımızı, okutuyor, yazdırıyor, yedirip içiriyor, adabı, usulü öğretiyor, hayata hazırlıyor…
Çocuklarımızın eğitimiyle ilgilenirken, kendi çocuklarının eğitimini ihmal ediyor, bizim çocuklarımızın sağlığıyla ilgilenirken, kendi sağlığını ihmal ediyor, bizim çocuklarımızın geleceğiyle ilgilenirken, kendi geleceğini ihmal ediyor!
“Bu onun işi” diyecek birileri, hatta başka birileri “onun maaşı bizim vergilerle ödeniyor” diyecek…
O öğretmenin aldığı maaşı size verelim, gün boyunca 40 çocukla bir odada sadece oturun deseler, birçoğumuz üç gün içinde teslim bayrağını çeker!
Bu işin para ile ölçülür bir yanı yoktur. Öğretmen geçimini sağlamak zorundadır ama ne devlet ne de başka bir kurum, bu emeğin karşılığını maddi olarak veremez!
Devletin yapacağı tek şey, bu kutsal görevi yapan öğretmenlerin geçim gibi bir dertlerinin olmamasını sağlamak.
Tabii ki bunu söylerken öğretmenliği hakkıyla yapan gerçek öğretmenlerden bahsediyorum. Zille başlayıp, zille biten memurluk tarzı öğretmenlerden değil. Maalesef az da olsa bu tarzlar da var. “Bana verilen müfredatı uygular, gerisine karışmam” diyenler…
Bunlar öğretmen değil, infaz memurudurlar. Kendilerine verilen görevi infaz eden devlet memurları! Bu da insanlıkla bağdaşmaz. Çünkü biz onlara çocuklarımızı, geleceğimizi emanet ediyor, onlarsa “ben okur söylerim, onlar öğrenir öğrenmez onların problemi der” okul çıkışı okul ve öğrenciyle tüm ilişiği keserler!
Biz bu tarzın azınlıkta olduğunu düşünüyor, öğretmenlerimizin büyük çoğunluğunun o insanüstü meziyet, kabiliyet ve maneviyata sahip olduğunu düşünüyoruz.
Çok şükür çocuklarımın öğretmenleri hep iyilerden oldu!
Hafta içi hafta sonu gece gündüz her zaman iletişimde olduk, onlar aradı, biz aradık, bizden daha çok sağlıklarını, zaaflarını, istek ve zevklerini takip edip, karşılık vermeye çalıştılar. Mesai saati olarak bir sınırlama koymadılar, gün gece, hafta ay değil, ömürlerini koydular ortaya.
Bazen çocuklarımıza o kadar samimi ve yakındılar ki biz ebeveynlikten utandık. Sanki onlar bizden çok düşünüyorlardı bizleri…
Onlar kendilerine zaman ayırmıyorlardı, değil 5 veya 8 saat 24 saatleri, çocukları, aşklarıydı. Bizim çocuklarımız, onların aşkları. Aşk olmazsa o işi yapamazlardı zaten…
Birileri de yok onların maaşları, yok 3 ay izinleri, diyor! Bence aldıkları maaş verdikleri hizmetin binde birini karşılamaz. Yaptıkları izinse, yorgunluklarının binde birini alamaz.
Memurluk değil, öğretmenlik yapan saygı değer tüm öğretmenlerin,(küçük büyük hepsinin) ellerinden öperim.
İlkokul öğretmenim Nurhan Yağcıoğlu, Kızımın öğretmeni Ayten Şahin ve Ercan Gülçek ve oğlumun öğretmeni Yusuf Yılmaz’ı da emeği ödenemeyecek öğretmenler kategorisinde oldukları için kutlar, saygılarımı sunarım…
Öğretmenliğin hakkını verenlere hak ettikleri karşılığı veren bir toplum dileğiyle, sağlıklı ve mutlu kalın…
Tüm öğretmenlerimizin öğretmenler gününü tebrik ederim….